Bir tasvir-i efkâr hikâyesi: Ayvali (Bağış ERTEN / Radikal Kitap, 15.01.2016)
Bir tasvir-i efkâr hikâyesi
Ayvali-Ayvalık geçmişin değil bugünün grafik romanı. Bozuk plak gibi, yaşadığımız coğrafyada bir şekilde kendini sürekli tekrarlayan tarihi acıların güncel aynalarından biri.
[Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da
üye olmak için TIKLAYINIZ.]
Boomtown diye bir dizi vardı, (Elçin Yahşi hariç) pek hatırlayan yoktur. 2002’de başladı, 2003’te iki sezonu tamamlayamadan yayından kalktı. İddia o ki Amerikalılar için fazla sofistikeydi, anlamadılar. Oysa bazıları için türünün nadide örneklerinden biridir. Çünkü -tıpkı Kurosawa’nın Rashomon’u gibi- her vakayı sadece “iyilerin” gözünden değil, her cepheden ayrı ayrı görürdü. Misal önce polisin gözünden, sonra katilin, sonra da olaya maruz kalan üçüncü kişilerin. Amerikan dizilerinin o meşhur final sahnesindeki vurdulu kırdılı, kovalamaca ânı var ya, o gelmeden önce her şeyi iyi anlayın, her taraftan bakın, ona göre safınızı belirleyin diye...
Bazı edebi tarihsel anlatıların en büyük problemlerinden biri budur. Sadece anlatıcının gözünden görürüz her şeyi. Dünyamızı onun gözü, onun durduğu yer şekillendirir. Anlatımın şehvetiyle hep onun yanında pozisyon alırız. Onu “tutarız.” Oysa hikâyenin her zaman bir de başka cephesi vardır.
İşbu yazının konusu olan Ayvali-Ayvalık ise tam tersini, yani Boomtown’ın, Rashomon’un yaptığını yapıyor. Alıyor birden fazla bakış açısını, aynada görünen aksiyle birlikte, olayın sonrasındaki yankılarını da unutmadan yeni bir dille, çizimlerle anlatıyor. Zor bir konuya girip, onun dehlizlerinde kaybolmadan, klişelere saygı gösterip ama yavanlık tuzağına da düşmeden, hakkını verebilmek için her ayrıntıyı ince ince dokuyan, neşeli ve hüzünlü, gerçekçi ve sürreel, hem bir yakadan hem de öbüründen bakabilen nefis bir roman bu aslında. Konumuz Mübadele ve o yılların acıları, dertleri, sıkıntıları.
Bu alanın belki de en yetkin isimlerden biri olan ve konuyu ele alan kitabı (İki Kere Yabancı) Türkçeye de çevrilen Bruce Clark önsözde harika bir tanım kullanıyor Ayvali-Ayvalık için. “Bu kitap devasa bir aynanın diğer tarafına geçebilmek gibi.” Ama bu sefer karşımızda Harikalar Diyarı yok, tersine acı var, öfke var, tarumar olmuş kültürler, bireyler var.
İlginç bir fikir üzerinden kurgulanmış Ayvali-Ayvalık. Mübadele üzerine yazılmış dört kitaba dayanıyor. Onların bire bir çizimi değil asla. Yorumu da değil. Ama grafik roman akıcılığını sağlayacak bir seçkisi. Bu kurgu sayesinde aynalar arasında geziniyorsunuz. Çünkü kitap bir o yandan vicdanınıza basıyor tokadı, bir diğer yandan… Gene Bruce Clark’ın bir sözüne sığınalım. Böyle hikâyeyi düz metin olarak da anlatabilirdiniz. Ama Clark’ın dediği gibi “çizim sanatı karmaşa ve çelişkileri anlatmakta ideal bir yöntem.”
[Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da
üye olmak için TIKLAYINIZ.]
Kitabın çizeri/anlatıcısı Soloúp işe girişmeden önce sadece şarapnel diye tanımladığı şu kitapları okumamış: Fotis Kondoğlu’nun Ayvali, Memleketim; İlias Venezis’in ve ablası Agapi Venezi-Molivyati’nin yazdığı 31328 Numara ve Selam Sana, Küçük Asya; Ahmet Yorulmaz’ın Savaşın Çocukları. Bunlar dışında kendisine esin kaynağı olabilecek belki de ne varsa yalayıp yutmuş. Anlamış ki tek boyuta indirgenemeyecek bir acı var karşısında. O yüzden Mübadele literatürüne öyle bir dalmış ki, kitabın sonunda kaynakça niyetine bunları da anlatıyor. Yetmiyor, kahramanların teker teker ayrıntılı hikâyelerini de... Sanırım bu sayede şuna karar kılıyor: Madem acı çok boyutlu, kitap da öyle olmalı. O yüzden dört yazarın ağzından, üç kuşağın iç burkan hikâyesi olarak Ayvali-Ayvalık, Midilli-Ayvalık hattına cuk oturuyor.
Girişteki Fotis Kondoğlu’nun ağzından çizilen eski Ayvalık tasvirinin önemini kitabın sonunda daha iyi anlıyorsunuz. Barış’ın dili hakimken biraradalığın o “monoton” güzelliği, aksiyonsuz akışı önce sizi bir afallatıyor. Ee, diyorsunuz, sonra? Sonra “tasvir-i efkâr” bir başlıyor, kalakalıyorsunuz. Savaş her zamanki gibi bağırarak konuşuyor. Tecavüzler, ölümler, yağmalar, yakmalar, yıkmalar, el koymalar.
Açık konuşalım. Hafif milliyetçi bir damarı olanın ilk bölümlerde “kanına dokunacak” bölümler de var. Ama sonra aynanın öbür tarafından tarih daha yaşarken tekerrür edince, günümüz deyimiyle paralel evren de aynısını üretince böyle hissettiklerine utanacaklar. Genç Hasan’a ne güzel söylüyor Vladimiros Bey: “Mütemadiyen baskı gören biri varsa, ister Yunan olsun, ister Türk olsun fark etmez, sadece halktır oğlum.”
Kitabın sonu da, başı da belli. Savaşlar, anlaşmalarla yepyeni bir düzen denen şey hep acılar üzerine kuruluyor. Yorgo Seferis’in babası İzmirli hukukçu ve diplomat Stilyanos Seferyadis’in bir benzetmesi Mübadele’yi nefis tanımlıyor: “İnsanların öküzler gibi satın alınabilmesini, sağa sola dağıtılması, kurban ve mübadele edilmesini uluslararası diplomatik seviyede haklı gösteren bir onay.”
İnsan iç geçirmeden edemiyor. Birlikte yaşamın en güzel referanslarından birini kurmuşken bu hale düşmek, yıllarca en benzerini düşman görmek ne garip. Gene kitabın diliyle konuşalım: “Halbuki, eğer sen kendi ülkeni seviyorsan, lazım başkalarının kendi ülkelerini sevmesini de anlayasın, diyil?”
Çizgi/grafik romanın farklı bir gücü vardır malum. Görsel anlatımın kolaylaştırıcı etkisiyle daha kolay içinize işler, unutmazsınız. Bunu en iyi gösteren çizerlerden Jacques Tardi’nin her eseri sizi sarsar. Mesela Siperlerdeydik kadar savaşın korkunçluğunu anlatan az eser vardır. Ya da Joe Sacco’nun Goradze’si gibi. Sanırım Soloúp’un amacı bu değildi, ama başardığı şey üç aşağı beş yukarı bu.
Aslında yanlış zamanın kitabı bu. Yunanistan-Türkiye arasında buzlar erimiş, Ayvalık-Midilli hattı (kitabın nefis tanımladığı gibi) bir turistik otoyol haline gelmiş, “Yunan ötekisi” yaralı milli bilincimizden uzaklaşmışken bunları okumak güzel bir nostalji gibi gelebilir bazılarına. Gelmesin! Yanı başımızda, ülkenin bir yanı karanfilden beter kanarken, 140 karakterlerle duyarlılık göstermeye çalıştığımız Kürt coğrafyasında insanlar ölülerine sahip çıkamaz, sokaklarda gezemezken, aynı Midilli’nin sahillerinde bu sefer binlerce Suriyeli göçmen ölüm kalım savaşı verirken bu öyküyü Türk-Yunan nostaljisine sıkıştıramazsınız.
Ayvali-Ayvalık geçmişin değil, bugünün grafik romanı. Bozuk plak gibi, yaşadığımız coğrafyada bir şekilde kendini sürekli tekrarlayan tarihi acıların güncel aynalarından biri.
AYVALİ - AYVALIK
Dört Yazar Üç Kuşak İki Yaka
Soloúp
Çeviren: Hasan Özgür Tuna
istos yayın, 2016
446 sayfa, 50 TL.