Konu: Tarzan Vakvak Özel - Forma 05 (1957)

  1. #1
    Admin
    Üyelik Tarihi
    May 2015
    Nereden
    Bursa
    Mesajlar
    8,725

    Seviye: 56 
    Tecrübe: 28,372,910
    Sonraki Seviye: 30,430,899

    Beğenmiş
    10,238
    Beğenilmiş
    77,149
    Adı Geçen
    1 Konu
    Etiketlendiği
    1 Konu

    Red face




    ozanbarış & palio68 çalışması ile tüm dostlarımıza keyifli okumalar dileriz


    [Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.]
    Eklenen Resimler Eklenen Resimler  
    Konu fındıkfındık tarafından (22.09.18 Saat 13:48 ) değiştirilmiştir.

  2. #2
    Teknik
    Üyelik Tarihi
    May 2015
    Nereden
    çArşı - Beşiktaş
    Mesajlar
    8,698

    Seviye: 56 
    Tecrübe: 28,302,589
    Sonraki Seviye: 30,430,899

    Beğenmiş
    28,371
    Beğenilmiş
    18,693
    Adı Geçen
    0 Konu
    Etiketlendiği
    0 Konu
    Bu seri tam bir klasik, sağolun üstadlarım :) bir tek "Vak Vak" isminin; Tarzan'la ilgisini hâlâ çözemedim diyebilirim :D

  3. #3
    Üye
    Üyelik Tarihi
    Jun 2015
    Mesajlar
    198

    Seviye: 34 
    Tecrübe: 634,469
    Sonraki Seviye: 677,567

    Beğenmiş
    0
    Beğenilmiş
    32
    Adı Geçen
    0 Konu
    Etiketlendiği
    0 Konu
    Teşekkür ederim.

    Selam ve sevgiler..

  4. #4
    Admin
    Üyelik Tarihi
    May 2015
    Nereden
    dünyanın sonu
    Mesajlar
    3,418

    Seviye: 50 
    Tecrübe: 11,100,882
    Sonraki Seviye: 11,777,899

    Beğenmiş
    14,665
    Beğenilmiş
    10,361
    Adı Geçen
    0 Konu
    Etiketlendiği
    1 Konu
    Bu tarz "unik" yayınların varlığının, ciddi bir sanal kütüphane oluşumuna katkısı çok büyük, zira bir çizgi sever olarak bana müthiş bir heyecan ve itki katıyor çizgilere dair. Fasiküllerin bir dönem "forma" olarak adlandırıldığı bu Türk iş çalışma nezdinde ise, heyecanımın katlanarak arttığını belirtmek isterim. Teşekkürlerimle.


  5. #5
    Teknik
    Üyelik Tarihi
    May 2015
    Nereden
    çArşı - Beşiktaş
    Mesajlar
    8,698

    Seviye: 56 
    Tecrübe: 28,302,589
    Sonraki Seviye: 30,430,899

    Beğenmiş
    28,371
    Beğenilmiş
    18,693
    Adı Geçen
    0 Konu
    Etiketlendiği
    0 Konu
    Alıntı Tex Willer Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Bu tarz "unik" yayınların varlığının, ciddi bir sanal kütüphane oluşumuna katkısı çok büyük, zira bir çizgi sever olarak bana müthiş bir heyecan ve itki katıyor çizgilere dair. Fasiküllerin bir dönem "forma" olarak adlandırıldığı bu Türk iş çalışma nezdinde ise, heyecanımın katlanarak arttığını belirtmek isterim. Teşekkürlerimle.
    Unique tarz konusunda fena halde hemfikiriz dostum, geçen hafta sonu Talat abi, Harun ve Emre kardeşlerimle birlikte; ozanbarış ve palio68 üstadlarımla beraberdik, aslında çok iyi biliyorum ama konuştukça hâlâ dumur olmaya devam ediyorum nedense; buna sandık denmez, daha adını bulamadım ki asıl hazine dostlarımız, "hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin" paylaşım yapan güzel insanlar...


    Kuvâyi Milliye
    (Üçüncü Bap)


    Yıl 1920
    Ve
    Arhaveli İsmail'in Hikâyesi


    Ateşi ve ihaneti gördük.

    Düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
    Akhisar, Karacabey,
    Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu,
    çarpışarak çekildik...
    920'nin
    29 Ağustos'u :
    Uşak düştü.
    Yaralı
    ve dehşetli kızgın
    fakat toprağımızdan emin,
    Dumlupınar sırtlarındayız.
    Nazilli düştü.

    Ateşi ve ihaneti gördük.
    Dayandık
    dayanmaktayız.

    1920 Şubat, Nisan, Mayıs,
    Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı :
    İçimizde Hilâfet Ordusu,
    Anzavur isyanları.
    Ve aynı sıradan,
    3 Ekim Konya.
    Sabah.
    500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş
    girdi şehre.
    Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
    Ve Manavgat istikametlerinde kaçıp
    ölümlerine giderken
    terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.

    Ve 29 Aralık Kütahya :
    4 top
    ve 1800 atlı bir ihanet
    yani Çerkez Ethem,
    bir gece vakti
    kilim ve halı yüklü katırları,
    koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
    düşmana geçti.
    Yürekleri karanlık,
    kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
    atları ve kendileri semizdiler...

    Ateşi ve ihaneti gördük.
    Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
    Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
    inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
    silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
    Beygirler çirkindiler,
    bakımsızdılar,
    hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
    Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
    sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
    İnsanlar uzun asker kaputluydu,
    yalnayaktı insanlar.
    İnsanların başında kalpak,
    yüreklerinde keder,
    yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
    İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
    İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
    köy odalarında unutulmuştular.
    Ve orda sargı,
    deri
    ve asker postalları halinde
    yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
    Koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
    eğrilip bükülmüştü
    ve avuçlarında toprak ve kan vardı.

    Ve asker kaçakları,
    korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
    karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
    Acıkmıştılar,
    merhametsizdiler,
    bedbahttılar.
    Şosenin ıssız beyazlığına inip
    nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor
    ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için
    deviriyorlardı uçurumlara :
    şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları.

    Ve çok uzak,
    çok uzaklardaki İstanbul limanında,
    gecenin bu geç vakitlerinde,
    kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
    hürriyet ve ümit,
    su ve rüzgârdılar.
    Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
    Tekneleri kestane ağacındandı,
    üç tondan on tona kadardılar
    ve lâkin yelkenlerinin altında
    fındık ve tütün getirip
    şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
    Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
    Şimdi, denizde bir insan sesinin
    ve demirli şileplerin kederlerini
    ve Kabataş açıklarında sallanan
    saman kayıklarının fenerlerini
    peşlerinde bırakıp
    ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
    küçük,
    kurnaz
    ve mağrur
    gidiyorlardı Karadeniz'e.
    Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
    bunlar
    uzun eğri burunlu
    ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
    sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
    zaferi için
    hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
    bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

    Karanlıkta kurşunî derisi kırmızıya boyanan
    baltabaş gemi
    İngiliz torpitosudur.
    Ve dalgaların üstünde sallanarak
    alev alev
    yanan :
    Şaban Reisin beş tonluk takası.

    Kerempe Fenerinin yirmi mil açığında,
    gecenin karanlığında,
    dalgalar minare boyundaydılar
    ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
    Rüzgar :
    yıldız - poyraz.
    Esirlerini bordasına alıp
    kayboldu İngiliz torpitosu.
    Şaban Reisin teknesi
    ateşten diregiyle gömüldü suya.

    Arheveli İsmail
    bu ölen teknedendi.
    Ve şimdi
    Kerempe Fenerinin açığında,
    batan teknenin kayığında
    emanetiyle tek başınadır,
    fakat yalnız değil :
    rüzgârın,
    bulutların
    ve dalgaların kalabalığı,
    İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.

    Arheveli İsmail
    kendi kendine sordu :
    «Emanetimizle varabilecek miyiz?»
    Kendine cevap verdi :
    «Varmamış olmaz.»

    Gece, Tophane rıhtımında
    Kamacı ustası Bekir Usta ona :
    «Evlâdım İsmail,» dedi,
    «hiç kimseye değil,» dedi,
    «bu, sana emanettir.»

    Ve Kerempe Fenerinde
    düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
    İsmail, reisinden izin isteyip,
    «Şaban Reis,» deyip,
    «emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip
    atladı takanın patalyasına,
    açıldı.

    «Allah büyük
    ama kayık küçük» demiş Yahudi.
    İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,
    bir sağnak daha,
    peşinden üç-kardeşler.
    Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
    alabora olacaktı.

    Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
    Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor :
    Sıvastopol'a giden bir geminin
    sancak feneri.

    Elleri kanayarak
    çekiyor İsmail kürekleri.
    İsmail rahattır.
    Kavgadan
    ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
    İsmail unsurunun içinde.
    Emanet :
    bir ağır makinalı tüfektir.
    Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini
    ta Ankara'ya kadar gidip
    onu kendi eliyle teslim edecektir.

    Rüzgâr bocalıyor.
    Belki karayel gösterecek.
    En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
    Fakat İsmail
    ellerine güvenir.
    O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
    ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini
    aynı emniyetle tutarlar.

    Rüzgâr karayel göstermedi.
    Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
    bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
    düştü.

    İsmail beklemiyordu bunu.
    Dalgalar bir müddet daha
    yuvarlandılar teknenin altında
    sonra deniz dümdüz
    ve simsiyah
    durdu.
    İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri.
    Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
    Bir ürperme geldi İsmail'in içine.
    Ve bir balık gibi ürkerek,
    bir sandal
    bir çift kürek
    ve durgun
    ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
    Ve birdenbire
    öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
    yıldı elleri,
    yüklendi küreklere,
    kırıldı kürekler.

    Sular tekneyi açığa sürüklüyor.
    Artık hiçbir şey mümkün değil.
    Kaldı ölü bir denizin ortasında
    kanayan elleri ve emanetiyle İsmail.
    İlkönce küfretti.
    Sonra, «elham» okumak geldi içinden.
    Sonra, güldü,
    eğilip okşadı mübarek emaneti.
    Sonra...
    Sonra, malûm olmadı insanlara
    Arhaveli İsmail'in âkıbeti...

    Nazım Hikmet Ran

FACEBOOK'TA PAYLAŞ

Konuya Mesaj Yazanlar: 3

profesyonel web tasarım
© Copyright 2021. Tüm Hakları Saklıdır. Çizgili Kitap | Çizgili Kitap Forum Kuralları