Konu: Erik Jan Zürcher - Modernleşen Türkiye'nin Tarihi

  1. #1
    Çeviri & Balonlama
    Üyelik Tarihi
    Aug 2017
    Mesajlar
    318

    Seviye: 35 
    Tecrübe: 777,050
    Sonraki Seviye: 824,290

    Beğenmiş
    48
    Beğenilmiş
    775
    Adı Geçen
    0 Konu
    Etiketlendiği
    0 Konu




    [Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.]


    Giriş:
    Dönemlendirme, Kuram ve Yöntem


    Dönemlendirme, yani geçmişi açık seçik şekilde tanımlayan ve kesin çizgilerle belirlenmiş dönemlere ayırmak, bitmez tükenmez bir tartışma konusudur. Aynı durum, dönemleri birbirinden ayırdığı varsayılan dönüm noktalarının ve kilometre taşlarının teşhisinde de söz konusudur. Tarihçinin bu faaliyetini bir tartışma konusu haline getiren şey her dönüm noktasının, her kilometre taşının, hem yeni bir gelişmenin başlangıç noktası, hem de bir önceki gelişmenin doruk noktası olmasıdır.

    Bununla beraber, dönemlendirme ne kadar keyfî ve ne kadar tarihçinin kişisel tercihlerine tâbi olursa olsun, geçmişi anlaşılır şekilde ifade etmenin kaçınılmaz ve hatta vazgeçilmez bir aracıdır; aksi halde geçmiş, birbirlerinden ayrımlaşmamış olay ve kişilerin bir yığınından ibaret olacaktır. Bu kitabın adı bile, modern tarih (hatta modern Türkiye) diye bir şeyin var olduğunu ima etmektedir, ki bu da dönemlendirmenin bir sonucudur.

    Dönemlendirmenin geçerli bir araç olabilmesi için, iki ayrı talebi karşılıyor olması gerekir. Birincisi, açıklama değerinin olmasıdır. Karşılaştırmalar gibi, dönemlendirmeler de prensipte sayıca sınırsızdır; ama bunlar ancak, olayların akışını, önemli gelişmeleri görünür hale getirecek şekilde, bölümlere ayırmamıza olanak sağladıkları takdirde, amaca hizmet etmiş olurlar. İkincisi, dönemlendirme, anlatılmakta olan dönemin, o dönem içerisindeki gelişmelerini yansıtmalıdır. Bu, hepten bir tümevarım süreci olamaz. Bu da, tarihçinin, hangi gelişmeleri dönemlendirmesine esas alacak kadar önemli bulduğu ya da başka deyişle, olaylar yığını arasında, hangilerini “tarihsel olgular” olarak seçtiği sorusuna yol açar.

    Kuşkusuz, her bir alanda geleneksel ayrımlar yapılır ve bunlar o denli yaygınlaşmışlardır ki, masum okuyucu bunları tarihsel doğrular ve belki de doğanın olguları olarak kabul etmeye hazırdır. Bu eğilimin, bilhassa ders kitaplarını okuyan öğrenciler arasında güçlü olması şaşırtıcı değildir. Yine de, genellikle böylesi bir kitaptan beklenen, olguları tartışmak yerine, inkar edilemez olgular sunmaktır.

    Bu kitap bazı bakımlardan Türk tarihinin geleneksel dönemlendirilişini örnek almakta, bazı bakımlardan da almamaktadır. Bu nedenle, bunun bir bakıma kaçınılmaz bir tarih çalışması olduğunu söylemektense, kitabın bu yönünü okuyucuyla tartışmam ve kitabın düzenleniş şekline ilişkin nedenleri sunmam daha iyi olacaktır.

    Bu kitap üç bölüme ayrılmıştır. Bu bölümleme, yazarın modern Türk tarihi için düşündüğü temel dönemlendirmeyi temsil etmektedir. Kitabın, 19. yüzyılda modern Türkiye’nin doğuşunun ilk evresini anlatan birinci bölümünde, başat gelişme olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa’nın artan nüfuzu ve bunun Osmanlı devleti ve toplumunda yol açtığı tepkiler ele alınmıştır.
    Avrupa’nın nüfuzu, üç farklı ama birbirine etkide bulunan alanda ortaya çıkmıştı: Osmanlı ekonomisinin gittikçe büyük bir bölümünün, kapitalist dünya sisteminin bir parçası haline gelişi; Avrupa’nın Büyük Güçleri’nin artan siyasal nüfuzu –bu siyasal nüfuz, hem Avrupa’da bir savaşa yol açmaksızın Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama gayretiyle ve hem de onu ayrı bir siyasal varlık olarak muhafaza ederken, ona egemen olma girişimleriyle açığa çıkıyordu– ve son olarak da, milliyetçilik, liberalizm, laiklik ve pozitivizm gibi Avrupa ideolojilerinin etkisi.

    Avrupa’nın artan nüfuzunun bu üç biçimi, kolayca ayırt edilemez şekilde birbirine geçmiş ve karşılıklı olarak birbirlerini etkilemişti. Bu durum, Osmanlıların Avrupa’nın bu meydan okuyuşuna karşı gösterdikleri tepki için de geçerlidir. 19. yüzyılda bu tepki içerisinde iki çizginin varlığı ayırt edilebilir: Bu çizgilerden birini, merkezî devletin ve onun hizmetindekilerin, devlet aygıtını güçlendirme ve ülke yönetimini merkezileştirme girişimleri ve diğerini ise, İmparatorluk halkının farklı kesimlerinin İmparatorluğun maruz kaldığı baskılara olan tepkileri oluşturmuştur. Bu tepkiler 19. yüzyıl boyunca artarak Sultan’ın Hıristiyan ve Müslüman tebaası arasında bir yol ayrımına neden oldu.

    Bu gelişmeler, bu kitabın birinci bölümünde anlatılacak olan Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyıl boyunca yaşanan gelişmelerin çerçevesini oluşturmaktadır. Bu gelişmeler ayrıca 19. yüzyıl Osmanlı tarihinin dönemlendirilişine dayanak da oluşturmaktadır. Peki bu dönemlendirme tam olarak nasıl tanımlanabilir?

    Bu bağlamda akla gelen ilk soru, Türkiye’nin “modern tarihi”ne başlangıç noktası olarak neyin alınması gerektiğidir. Değişik yanıtlar verilmesi mümkündür ve herbiri kendi başlarına geçerlidir, ama burada en geleneksel olan çözümden, yani Fransız Devrimi döneminden ve devrimin sebep olduğu sonuçlardan yola çıkmak, en doğrusu gibi gözükmektedir. Kapitalist dünya sistemiyle ekonomik bütünleşme olgusu, 18. yüzyıl sonlarında önemli ölçüde etkisini artırmış ve 19. yüzyılın ilk çeyreğinde hız kazanmıştı, bunun yanında, Napolyon savaşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa siyaseti ve diplomasisine artan şekilde katılmasına yol açmış ve milliyetçiliğin ve liberalizmin devrimci düşünceleri ilk kez Yakın Doğu’ya ulaşmıştı.

    19. yüzyıl için (aslında herhangi bir dönem için), daha da genel bir dönemlendirme yapmaya ilişkin sorun, Avrupa nüfuzunun üç biçimiyle, bunlara karşı Osmanlı İmparatorluğu içinden çıkan farklı tepkiler, genel anlamda birbirlerine koşut gitmesi, buna karşılık gelişmelerin bütün alanlarda mutlaka aynı zamanda meydana gelmemesiydi. Yine de, bu gelişmelerin birbirine etkide bulunma niteliklerinden dolayı, oldukça birörnek bir dönemlendirme mümkün görünmektedir:

    • Fransız Devrimi’nin yol açtığı savaşlar döneminden 1830’ların sonuna kadarki yıllar, Balkan eyaletlerinin artan ekonomik bütünleşmesine ve Rum tüccarların başat bir etken olarak ortaya çıkışlarına; Osmanlı İmparatorluğu’nun İngiliz ve Rus siyasetleriyle çok daha fazla içli dışlı olmasına; ilk milliyetçilik hareketlerinin ortaya çıkışına ve Batı tarzında ilk ciddi ıslahat girişimlerine sahne olmuştu.

    • 1830’ların sonlarından 1870’lerin ortalarına kadar geçen, uluslararası açıdan İngiltere’nin ekonomik ve siyasal hegemonya kurduğu dönemin özellikleri şunlardı: 1838’de serbest ticaret rejiminin dayatılmasından sonra İmparatorlukla yapılan ticaret ve verilen borçlardaki hızlı artış; İmparatorluğun bekası için İngiliz ve Fransızların destek verişi; 1839 Tanzimat Fermanı’yla başlayarak hukuk, eğitim, maliye alanlarında ve devlet kurumlarında süregiden ve (en azından kâğıt üzerindeki) geniş kapsamlı ıslahatlar; bürokrasinin iktidar merkezi olarak sarayın yerini alması, Osmanlı meşrutiyet hareketinin başlaması ve Hıristiyanların ayrıcalıklı konumlarına karşı bir Müslüman tepkisinin yükselmesi ve dönemin 1873-1878 yıllarındaki ağır ekonomik ve siyasal bunalımla son buluşu.

    • 1870’lerin ortalarından 1908 Meşrutiyet Devrimi’ne kadar olan dönem, en azından yüzyılın sonuna kadar, çok daha yavaş ekonomik büyümeye, ama aynı zamanda İmparatorlukta ilk ciddi doğrudan yabancı yatırımlara; süregiden idari ve teknik reformlara, öte yandan milliyetçi ve liberal ideolojilerin bastırılmasına ve İmparatorluğun İslâmi mirasına yeniden yönelinmesine; sarayın yeniden esas iktidar merkezi olarak bürokrasinin yerini almasına sahne olmuştu. Bu dönemin sonlarına doğru, hem uluslararası ekonomiyle bütünleşme hem de iç siyasal muhalefet hız kazanmıştı.

    Kitabın ikinci bölümünün ağırlığını “Jön Türkler”in girişimleri oluşturmaktadır. 1890’larda etkinleşmeye başlayan Jön Türkler, modern eğitim görmüş bürokrat ve subaylardan oluşan bir topluluktu ve devlet ve toplumu pozitivist ve gittikçe artan milliyetçi düşüncelere göre modernleştirmek ve güçlendirmek için 1908 Meşrutiyet Devrimi’ni düzenlemişlerdi. İkinci bölümün 1908’den 1950’ye kadarki yılları kapsaması, İmparatorluğun 1918’de dağılmasına ve 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına rağmen, yeni düzenin siyasal, ideolojik ve ekonomik açıdan büyük ölçüde devamlılık sergilediğinin görülmesinden kaynaklanmaktadır.

    “Jön Türkler”in iktidarı zamanında Türkiye, aynı siyasal olaylar zincirini, önce İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetiminde (1908’den 1918’e kadar) ve sonrasında, “Kemalist” Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetiyle, onun yerini alan Halk Fırkası yönetimi döneminde olmak üzere iki kez deneyimledi. Her iki seferde de bu olaylar zinciri şu aşamalardan oluşuyordu: Liberal ve çoğulcu bir aşama (sırasıyla, 1908-1913 ve 1919-1925) ve bunu izleyen, içinde etkin bir “tek parti sistemi”nin; siyasal, ekonomik ve kültürel milliyetçiliğin ve modernleştirici, laikleştirici reformların bir arada bulunduğu, otoriter baskı aşaması (sırasıyla, 1913-1918 ve 1925-1950). Jön Türk dönemine ilişkin alt dönemlendirmeler, zorunlu olarak siyasal gelişmeler üzerine kuruldu; çünkü, bir dünya savaşını, bir imparatorluğun parçalanışını ve yeni bir ulus-devletin kuruluşunu içeren bu siyasal gelişmeler döneme damga vurduğundan dolayı, örneğin ekonomik gelişmeler üzerine kurulu ayrı bir dönemlendirme anlamsız kaçardı. Bir başka örneği ele alırsak, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir sanayi ve ticaret burjuvazisinin oluşumu üzerine yürütülecek bir tartışma, Ermeni ve Rumların ortadan kayboluşlarından söz etmeksizin yapılırsa anlamsızdır, çünkü Ermeni ve Rumların yok oluşlarına, herhangi bir ekonomi yasası değil, siyasal ve ideolojik gelişmeler sebep olmuştu.

    Yukarıda anlatılanların sonucunda, Jön Türk dönemi esas olarak şu tür altbölümlere ayrılmıştır:

    • 1908-1913: Çatışan birtakım ideolojiler ve siyasal programlar temelinde İmparatorluğu canlandırma yollarının arandığı dönem;

    • 1913-1918: İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tek parti yönetimi ve Türk milliyetçiliğinin zaferi;

    • 1918-1922: Jön Türkler’in başarılı bir bağımsızlık savaşı sayesinde yeniden yönetime geçtikleri ve ulusal direniş hareketinin giderek kendine has, belirgin bir nitelik kazanmaya başladığı dönem;

    • 1922-1926: Devletin yapısının değiştiği ve bir kez daha tek parti devletinin kurulduğu, savaş ertesindeki son derece önemli dönem;

    • 1926-1945: Kemalizmin altın çağı;

    • 1945-1950: Demokrasiye aşamalı geçiş ve bunun nihayetinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidardan açık çatışmalar yaşamaksızın indirilişi.

    Kitabın “Huzursuz Bir Demokrasi” başlıklı üçüncü bölümü, 1950’den bugüne kadarki dönemi ele almaktadır. Başlığın kendisi, içeriğini açıklamaktadır. Bu dönemde Jön Türk döneminin aksine, genellikle gerçek demokratik çoğulculuk ve kitle siyaseti gelişim gösterdi. Bu dönem aynı zamanda, (1960, 1971 ve 1980’deki) üç askerî darbeyle kesintiye uğradı ve 1960’ların sonlarından itibaren Türk parlamenter demokrasisi sürekli olarak solun ve sağın saldırısı altında kaldı. Kitabın üçüncü bölümü aşağıda sıralanan dönemselleştirmelere dayanılarak ayrılmıştır:
    • 1950-1960: Demokrat Parti yönetimi; bu dönemin göze çarpan nitelikleri Türkiye’nin Batı ittifakıyla siyasal ve askerî açıdan bütünleşmesi; (özellikle kırsal kesimin) hızlı ekonomik kalkınması; ABD’ye artan mali bağımlılık ve önceki yönetimlerin laik yönelimlerinin azaltılması oldu.

    • 1964-1980: “İkinci” Türkiye Cumhuriyeti; siyasal merkezin hayli ötesine yönelmiş hareketlerin ve partilerin ortaya çıkmasına olanak veren çok daha liberal bir anayasanın 1961’de uygulamaya konmasıyla açılan dönem. Yeni anayasa aynı zamanda, ordunun siyaset alanına müdahalesini meşrulaştırmıştı. Ekonomik açıdan bu dönem, yoğun şekilde korunan bir ithal ikamesi sanayinin kurulduğu ve kapitalistlerin de işçi sendikalarının da önem kazandığı bir dönemdi. Aynı zamanda milyonlarca Türk, sanayi işçisi olarak ya da akrabalarının yanında yaşamak üzere Avrupa’ya göç etmişti. 1970’lerde dünya ekonomik bunalımı toplumsal istikrarsızlığa ve siyasal aşırılığa yol açmıştı. 1971 muhtırasıyla gelen askerî darbe sonrasında acımasız bir baskı dönemi yaşanmış, ama bu, olayların gidişatını temelinden değiştirmemişti.

    • 1980 askerî darbesini takiben, Silahlı Kuvvetler’in gücü, mevcut bütün siyasal ve sendikal kuruluşların susturulmasında ve ihracat önderliğinde büyümeyi ve serbest bir iç pazarı amaçlayan, ücretleri ve devlet yardımlarını kısan yeni bir ekonomi siyasetinin başlatılmasında kullanılmıştı. Siyasal yaşam, 1983’ten itibaren sınırlamaların giderek kaldırılmasına rağmen kısıtlayıcı 1982 Anayasası’nın sınırları dâhilinde şekillenmişti. Uluslararası açıdan ise Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’ne daha da sıkıca bağlanmıştı. 1991’den itibaren 1980 öncesinin siyaset kalıpları kendilerini yeniden kabul ettirmiş ve 1980 darbesi sonrası kurulmuş yapılar giderek dağılmış, ama ana sosyo-ekonomik eğilimler değişmemişti.

    Bu notları kitabın hem ilgi alanını hem de yapısını açıklamak amacıyla düşüyorum. Elbette, yanıtlanacak bir soru kalıyor: Yazar yöntembilimsel anlamda “modern tarih”ten ne anlamaktadır?
    Çok önemli bazı tarih tezlerinin izleri dikkatli okuyucunun gözünden kaçmayacaktır. Avrupa’nın nüfuzu ve Osmanlı’nın tepkisi kavramı, bütünüyle Toynbee’nin “meydan okuyuş ve tepki” tezinden ödünç alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye’nin Avrupa ekonomisiyle artan ekonomik bütünleşmesinin sonuçlarına ilişkin anlatımın çoğu, Türkiye’nin kapitalist bir dünya sisteminin periferisindeki bağımlı konumuna nasıl geldiğini açıklamak için, Wallerstein’ın bağımlılık teorisi versiyonunu destekleyen ve uygulamaya koyan akademisyenlerin çalışmalarına dayanmaktadır. Modernleşme kavramının etkisinde kalan tarihçiler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ve Türkiye’deki gelişmeleri, bir kez harekete geçtikten sonra geriye döndürülemez şekilde ilerleyecek olan akılcı bir Batı sisteminin etkisinde kalmış olan insanlarla, ilerlemenin yoluna çıkan gelenekçiler ve gericiler arasındaki bir mücadele olarak görmektedirler. Bu çalışmalar, altta yatan Batı’nın üstünlüğü öncülü tatsız olsa bile ideolojik ve siyasal dönüşümler söz konusu olduğunda, aydınlatıcı görülmüştür; bu kitap, kuramsal bir bakış açısından yaklaşıldığında eklektik olarak nitelenebilir ve kasıtlı olarak öyledir. Bu türden akademik bir ders kitabı, şu anki araştırma sonuçları söz konusu olduğunda, alandaki gelişmelerin en son aşamasını göstermelidir, ama akademisyenler tarafından bu sonuçların elde edilmesinde kullanılan ve tarihçinin olup bitenleri anlatma girişiminde yalnızca bir araç olan kuramsal modellerin, geçmişe ilişkin kendi yorumumuzu dar kalıpların içine sokmasına izin verilmemelidir diye düşünüyorum.

    Bu kitabın “modern tarih” olma iddiası, siyasal ve ideolojik gelişmeler kadar sosyo-ekonomik gelişmelere de ağırlık vererek, Türkiye’nin son iki yüzyıldaki tarihinin toplu görünümünü sunma girişiminde yatmaktadır. El atılmamış tek alan sanat olmuştur (mimari, edebiyat, görüntü sanatları, müzik). Bunun nedeni bu konuların önemsiz olarak nitelenmesi değil, sadece kitabın yazarının bu konuları gerektiği gibi işleyecek yeterlilikten yoksun olduğunu düşünmesidir. Bu kitap hiçbir şekilde özgün bir araştırma olma iddiası taşımamaktadır. Öte yandan, ilgi alanına giren yayımlanmış araştırmaların en son durumunu vermeyi amaç edinmiştir. Buna özel bir önem verilmiştir, çünkü mevcut ders kitapları, makale ve monografilerde yayımlanmış ayrıntılı sonuçların çok gerisinde kalmaktadır ve bu durum Türkiye modern tarihi öğrenimini büyük ölçüde etkilemektedir.

    Bu kitabın tarihsel zamanlamasında bir hata olduğundan söz edilebilir. Kitap, modern dünyadaki Türkiye’nin tarihi olma iddiasındadır. Ama 1922’ye kadarki bir modern Türkiye tarihi aslında Osmanlı İmparatorluğu tarihidir. Bu yüzden İmparatorluk tarihi, modern Türkiye’nin doğuşunun anlaşılmasında taşıdığı ilgi ölçüsünde bu el kitabına dâhil edilmiştir. Bu yaklaşımın dışında bir seçenek görmüyorum, çünkü Türkiye, sahip olduğu Osmanlı geçmişi hesaba katılmaksızın anlaşılamaz. Ancak yazar da okuyucu da, bu yaklaşımın taşıdığı sorunlu tarafın bilincinde olmalıdır. 19. yüzyılda Osmanlılar kendilerini kesinlikle Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihöncesi* aşamasının bir parçası olarak görmüyorlardı.

  2. #2
    Üye
    Üyelik Tarihi
    Apr 2017
    Mesajlar
    1

    Seviye: 12 
    Tecrübe: 2,565
    Sonraki Seviye: 2,912

    Beğenmiş
    0
    Beğenilmiş
    0
    Adı Geçen
    0 Konu
    Etiketlendiği
    0 Konu
    Paylaşım için çok teşekkürler, değerli bir kitap.
    pdf hali mevcut mudur acaba?

FACEBOOK'TA PAYLAŞ

Konuya Mesaj Yazanlar: 1

profesyonel web tasarım
© Copyright 2021. Tüm Hakları Saklıdır. Çizgili Kitap | Çizgili Kitap Forum Kuralları