Konu: Ramazan Kurtoğlu - Evanjelizm: Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak [Tanıtım]

  1. #1
    Çeviri & Balonlama
    Üyelik Tarihi
    Aug 2017
    Mesajlar
    318

    Seviye: 35 
    Tecrübe: 770,125
    Sonraki Seviye: 824,290

    Beğenmiş
    48
    Beğenilmiş
    772
    Adı Geçen
    0 Konu
    Etiketlendiği
    0 Konu



    Ramazan Kurtoğlu - Evanjelizm: Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak

    Sayfa Sayısı: 556
    Baskı Yılı: 2016



    Yeniden Gözden Geçirilmiş ve Türkiye
    “Kehanetleriyle” “Evanjelizm”in Dördüncü Baskısı

    Elinizde tuttuğunuz bu kitapta yer alan tespit ve öngörülerin 2006’dan beri şaşırtıcı bir şekilde gerçekleşiyor olması ülkem Türkiye açısından olsun, Türk milleti, İslam dünyası ve insanlık açısından olsun beni korkutuyor.

    Mesih/Mehdi fenomeni öncelikle Türk-İslam coğrafyasını tam anlamıyla nükleer, biyolojik ve kimyasal bir savaşın içine çekebilir. Tarihte ilk kez farklı inanç ve hesaplarla; Kral Davud soyundan Yahudilerin “beklediği Mesih”, özellikle Evanjelist Hıristyanların “beklediği İsa Mesih”, başını İran’ın çektiği Şii İslam inancındaki Müslümanların “beklediği” kayıp 12. imam olan Mehdi ve Hz. İsa[1] ile bir kısım Sünni Müslüman tarikat ve cemaatlerin “beklediği” Mehdi ve Hz. İsa’nın 21. yüzyılın ilk çeyreğine yönelik “kuvvetli inanç” ve spekülatif siyasi atraksiyonlar şaşılacak derecede örtüşüyor. Biz kimin neye inandığını yargılamıyoruz. Ancak bu farklı inanç sahipleri yüz milyonların nasıl oluyor da MESİHİ bir beklentide bir nevi mutabakat içinde olduklarıdır.

    İşin bir başka vahim ve korkutucu tarafı daha giderek alenileşiyor. Yukarıda saydığımız Mesih/Mehdi beklentisi öyle bir toplumsal histeriye dönüşüyor ki, tarafların hepsi Mesih/Mehdi’nin bir an önce gelmesi için adeta “Tanrı’yı kıyamete çağırıyor.”

    Taraflardan Kabala suyu içmesiyle meşhur Kabalacı şarkıcı Madonna, Yahudi Mesih beklentisinin temelini oluşturan “günahta arınma teolojisi”nde sınır tanımıyor. Binlerce kişinin seyrettiği konserinde, kendisinin 12 yaşındaki öz oğlunun gözleri önünde sahnede mastürbasyon yaptı.[2] Kabalist şarkıcı Madonna, Eylül 2012’de İstanbul’da verdiği konserde de seyirciye memesini göstermiş, bir başka konserinde de poposunu. Diğer taraftan Evanjelistler, Siyonist İsrailliler ve İran yönetiminin üst yöneticileri Mesih / Mehdi için nükleer, biyolojik ve kimyasal bir savaşın an meselesi olduğundan bahseden “ağız savaşını” sürdürüyorlar… Özellikle İsrail Batı’daki İsrail yanlısı çevrelerde bir kıyamet günü senaryosu oluşturuldu. Buna göre Şii inancındaki klasik Mehdi beklentisinin ötesinde Mehdi’nin gelişinin büyük bir savaşla çabuklaştırılabileceğine inanan gizli bir tarikatın üyesi olan Ahmedinecat, sürdürmekte ısrarlı olduğu nükleer program sonucu elde edeceği silahlarla İsrail’i vuracak Mehdi’nin gelişini hızlandıracak bir savaş çıkarmayı hedeflemektedir.”[3] Benzer bir kurgu ile Kral Davud soyundan Yahudi Mesih’in ile Evanjelistlerin İsa Mesih’in ivedilikle gelmesini sağlamak için de bir Armagedon Savaşı öngörülmektedir.[4] Benzer şekilde Sünni İslam kesiminden bir kısım tarikat ve cemaat de aynı yönde kitaplar, makaleler ve TV/radyo programları yapıyor. Bütün bunlara tuz biber eken bir fetva da Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sitesinde yer aldı. Diyanet’in fetvasına göre kıyametin “küçük alametleri” ve “büyük alametleri” mevcut. Fetvada büyük alametler başlığı altında şu hususa yer veriliyor: “Şu hadiste bildirilmiştir; on alamet meydana gelmedikçe kıyamet kopmaz. Deccal’in çıkışı, Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesi, Yecüc ve Mecüc’ün çıkışı, Dabbetül Arz’ın çıkışı…”[5] şu kadarını söyleyelim ki, böyle bir fetva Diyanet İşleri Başkanlığı “fetva kurulu”nun cahillerle dolu olduğunu gösteriyor. Çünkü Yüce Kur’an’da Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne gelişi ile alakalı tek bir ayet bile yoktur. Hadis oldukları söylenenler tartışmalı ve dıdığının dıdığına aktarılan mışmışlardan ibarettir. Bu durumda akla şöyle bir soru da gelebilir: “Acaba Mesih /Mehdi meselesi aynı merkezden kotarılan, en hafif ifadesiyle bir dünya savaşı için istismar edilen fenomen midir?”

    Okuyucuya saygımızdan yorumsuz… ancak İlahiyat Fakültesi Profesörü Bayraktar Bayraklı’ya göre “Günümüzde bahsedilen Deccal Çıkacak, Hz. İsa İnecek gibi kıyamet alametleri bir hurafedir.”[6]

    Küresel merkez sermayeyi kontrol eden nesebi belli, uluslarüstü klanı oluşturan küresel elitler ödül mekanizmalarıyla ruhani dünya, iş dünyası, siyaset, sanat (sinema, müzik başta), kültür ve bilim alanlarında çok sayıda sivil toplum teşkilatı ve örgüt vasıtasıyla yönlendirme yaparlar. Bunların en önemlilerinden ikisi Nobel ve Oscar ödülleridir. Size tuhaf gelebilir ama silah şirketlerinin iki gözde ismi, David Trimbel ve John Hume adlı iki komisyoncu Nobel Barış Ödülü’ne 1999’da layık görüldüler.

    İngiliz Chatham House, Tavistock Enstitüsü’nden ABD’nin Dış İlişkiler Konseyi’ne (CFR) kadar düzinelerce “milletlerarası” kuruluş aynı merkezden kontrol edilir ve yönlendirilirler. Hedef; Yeni Dünya Düzeni adı altında “Tanrı İmparatorluğu” ismini verdikleri ezoterik bir dünya devleti kurmaktır. Yoksa hiçbir ilahi din ile bağları olmayıp sadece kitleleri ve orduları ikna için “dine başvuru” yapmaktadırlar. Nihayetinde ulaşmak istedikleri hedef;

    Küresel merkez sermayenin dünyamızda tam egemenliğini sağlamak.

    Yeryüzünün yönetiminin kayıtsız şartsız bir avuç elit tarafından yürütülmesini gerçekleştirmek.

    Semavi dinleri senkretik (bağdaştırılmış) tek din haline dönüştürmek, bunun için de İslam’ı Hz. Muhammed’siz hale getirerek “İbrahimi dinler” potası içinde eritmek.

    “Neoliberal demokrasi” adı altında seçkinci bir faşist/ sosyalist modelin insanlığa dayatılması.

    Elitler klanı hedeflerine ulaşmak için her türlü çılgınlığa başvurabilirler. Alev Alatlı’nın “Yeni Dünya Düzeni Tarikatı” adını verdiği bu klan, Üçüncü Dünya Harbi’ne, bölgesel düzeltme savaşları ve “zayıf ihtimaller üzerinden küresel şoklar” meydana getirerek hazırlanıyorlar.[7] Nitekim 11 Eylül 2001 ve sonrası gelişmeler, 2008 mali krizi ve sonrasındaki ekonomik gelişmeler, Wikileaks hadisesi, Arap baharı ve İslam peygamberi Hz. Muhammed’e ve Kur’an’a yönelik seviyesiz saldırılar aynı merkezin organizasyonlarından bazılarıdır.

    Mine G. Kırıkkanat “Kehanetten Kıyamete” adlı makalesinde Evanjelist Mesihçiliğe ve Armagedon Savaşı kehanetlerine atıfta bulunuyor.[8]

    Kırıkkanat aynı makalesinde 27 Eylül 2002 tarihinde de “Daniel’in Kehaneti” başlığı ile aynı konuya değindiğini belirttikten sonra “Daniel veya Türkçesiyle Hz. Danyal” kehanetlerinin yeniden Türklere odaklandığına dikkat çekiyor.

    “Rivayet mebzul ve muhtelif, ancak Daniel, yedi aşamaya ayırdığı kıyameti “Türkiye’nin Fırat Nehri havzasından başlatıyor ve bugün bildiğimiz Filistin değil, Büyük Filistin denilen ve Ortadoğu’nun büyük bir bölümü anlamına gelen Armagedon bölgesinde kopacak dünya savaşı ile bitiriyor. Daniel’in şiirsel bir muamma olan kehanetlerinden anladığım kadarıyla, mahşerin yedi atlısından altıncısı işimizi bitirecek. Önce Fırat’ın suları kuruyacak, Anadolu toprakları güneşin altında cayır cayır yanmaya başlayacak. Sonra nerede bilinmez(!) büyük bir deprem olacak. Şartlar, Doğu’daki kralları (yani orduları) Armagedon’a doğru inmeye zorlayacak. Ve orada yani Ortadoğu’da Batı ordularıyla savaş başlayacak vb. Bu feci kehanetlere ilişkin yorumlar ise, Türkiye’yi açıkça kıyametin başrolünde göstermekle kalmayıp sınırlarının küçüleceğini ve Fırat havzasında başlayacak afetin Türk milletini çökerteceğini, bölgedeki Türk egemenliğinin sonunu ise armagedon savaşının başlatacağını öngörüyorlar!

    Dünyada Daniel’in olduğu iddia edilen dört mezar yeri mevcut: Özbekistan, İran, Kerkük ve Türkiye (Tarsus). Garip ama gerçek; Türkiye’nin Suriye sınırına asker yığdığı 2012 yılında yabancı internet sitelerinde Daniel kehanetleri yeniden Türkiye’ye odaklandı. Hatta ortaya “yeni” bir kehanet meali atıldı ki… yorumu size bırakıyorum diyor Kırıkkanat. İşte o kehanet:
    “23/Günahkârlar yanıp nüfuzları söndükten sonra ortaya küstah ve düzenbaz bir hükümdar çıkacak.

    24/ gücü büyüyecek ama başkasının gücü olacak; inanılmaz zararlar verecek, girişimlerinde başarılı olacak, muktedirleri ve azizleri yok edecek.

    25/ Yarattığı bolluk ve kurnazlıkla kazandıklarından yüreğini kibir bürüyecek, huzur içinde yaşayan çok adamı mahvedecek ve önderlerin önderleriyle kavgaya tutuşacak ama kimsenin eli değmeden kendine yenilecek.”

    Tom Schelling, Nobel ödülü almış bir ekonomist. Uzmanlık alanı, gizli görevi terörizm. Olabilecek en kötüyü tahmin ederek “karşı savaş / anti-terör” senaryoları hazırlamak. Tom Schelling CIA, MOSSAD, NSA ve daha pek çok kaynaktan kendisine verilen istihbarat raporlarından yaptığı analiz sonucunda artık düşmanın -yani öncelikle “İslamcı teröristlerin”- nükleer silah da kullanmayı düşünmeye başladığı sonucuna varmış ve herkes için yaşadığımız her gün son günümüz olabilirmiş. Oyun teorisi ekonomisti olan 90 yaşındaki Schelling, Washington DC yakınındaki Bethesda Maryland’da bulunan evinin mutfağını yüz binlerce dolar masraf ederek “yeniliyormuş”. Yani böyle bilinmesini istiyormuş. Esasen yaptırdığı, ABD’ye karşı yapılacak bir nükleer saldırıya karşı nükleer sığınak.[9] Buradan şu çıkarımı yapmaya ne dersiniz? Hollywood birkaç yıl arayla şu filmleri yapmıştı: Arlington Yolu, Kuşatma Altında ve Kod Adı Kılıç Balığı… Sonrası filmlerdeki senaryoya uygun 11 Eylül 2001 saldırıları geldi. Bütün suçlular her üç filmde olduğu gibi “Müslüman Arap teröristler”di. Hatırlayalım Hollywood’un “24” ve benzeri televizyon dizilerinde artık “nükleer saldırı” hazırlığında olanlar; “Müslüman Türk teröristler.” Ne dersiniz, hedef Türkiye olabilir mi?

    National Intelligence Council-NIC (Milli İstihbarat Konseyi) ABD’nin üst istihbarat teşkilatı olup, dört senede bir yapılan “küresel eğilimler araştırmalarının” sonuncusunu 10 Aralık 2012’de kamuoyuna açıkladı.

    Rapor 2030 yılının dünyasına ait “tahmin” ve dinamikleri ortaya koyuyor. Türkiye’yi ilgilendiren en önemli “tahmin”, “bağımsız bir Kürdistan’ın Türkiye’nin gücü üzerindeki etkisi” ile alakalı. Genel Eğilimler raporunda Türkiye’nin toprak bütünlüğünün tehdit altında olduğu ve ülkemizin önümüzdeki 18 yıl içinde, 2030’a kadar bölünebileceğine yer veriliyor. Milli İstihbarat Konseyi yetkilisi Mathew Burrows, Suriye’deki hadiselerin bölgeye yayılmasının sonuçları olduğunu belirterek, Türkiye’nin bundan etkilenen ülkelerin başında olduğunu belirtti.

    “Küresel Eğilimler 2030: Alternatif Dünyalar” raporunda yer alan hususlardan biri de “oyun değiştirici” olarak tarif edilen gelişme ve eğilimler şu şekilde sıralanıyor:

    1- Krizlere açık küresel ekonomi.
    2- Yönetebilirlik zaafı.
    3- Artan çatışma potansiyeli, hem ülkeler içi hem de ülkeler arası.
    4- Bölgesel istikrarsızlıklarda artma eğilimi.
    5- Yeni teknolojilerin etkileri.
    6- ABD’nin rolü. Amerika gaz ve petrolde ihracatçı konuma gelirken eğitim sistemindeki çöküşünü önleyecek harcamalar ile sağlık harcamalarındaki astronomik artışlar önemli meselelerinin başında geliyor.

    Rapora göre 2006 yılından beri olmak üzere insanlık tarihinde ilk kez dünya nüfusunun ilk kez % 60’ı 2030 yılında şehirlerde yaşayacak. Diğer bir husus Asya ekonomik olarak dünyanın merkezine yerleşecek.

    2030’a doğru giderken dünyayı şekillendirecek dört mega eğilimden/trendden bahseden rapora göre;

    a- Dünya nüfusu içinde orta sınıf artacak. Bugün 7.1 milyar olan dünya nüfusu 2030’da 8.3 milyar olacak.
    b- Gücün ayrışması, Çin, ABD’yi geçecek. Ancak bölgesel partner arayışı artacak.
    c- Dünya nüfusu özellikle Avrupa, Rusya, Çin, Japonya’da yaşlanacak. Pakistan, Afganistan ve Afrika bu sürecin dışında kalacak.
    d- Gıda ve suya erişmek zorlaşacak.

    “Hasılı NIC raporu önümüzdeki dönemde ABD’li karar vericilerin Türkiye’ye bakışlarını okuyabilmek açısından büyük önem taşıyor.”[10]

    Biz tekrar “Küresel Eğilimler 2030” raporunun Türkiye’yi ve bölgeyi ilgilendiren satırlarına dönelim.

    Oğul Bush döneminde Milli Güvenlik danışmanı ve Dışişleri Bakanı olan Condoleezza Rice, 2004’te Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini söylemişti. Rice raporun yayınlanmasından kısa bir süre önce Mısır, İran, Türkiye ve Suriye’ye atıfta bulunarak Türkiye’nin bölünebileceğini ima etmiştir. Hemen hemen aynı tarihlerde ABD’nin Ankara eski Büyükelçisi Morton Isaac Abromowitz de 2014 yılının Türkiye için kritik yıl olduğunu söylemiştir.[11]

    National Interest dergisinin eski editörü ve ABD Deniz Kuvvetleri Akademisi öğretim üyesi Nikolas K. Guasdev, 2012’nin Şubat ayında, “Suriye olayının”, “Suriye normu” diye ifade edilen ve devletlerin otoritesini reddedilenlere karşı kuvvet kullanma hakkını sınırlayan bir anlayış ortaya çıkardığını belirterek, 1933 Montevideo Antlaşması ile egemenlik hakları belirlenen milletlerarası sistemdeki devlet anlayışının artık geçerli olmadığını söylemiştir. Amerikalı öğretim üyesine göre “Suriye normu” kısa bir zaman dilimi içinde Türkiye’de PKK’ya, Kolombiya’da FARC’a, Filipinler’de Marksist ve İslamcı isyancılara karşı uygulanan mücadele yöntemlerini sorgulanır hale getireceğini, sonuçta söz konusu ülkelerin topraklarındaki egemenliklerinin belirli bölgelerinde “sınırlanacağını” ifade etmektedir.

    Türkiye ve hinterlandının daha 1970’li yılların ortalarından beri ETNİK ve MEZHEP tabanlı formatlanma kararının alındığını ve projeyi dönemin Amerikan Milli Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’in başlattığını ve projenin başarılı bir şekilde Lübnan’da uygulandığını görüyoruz.

    Haziran 1978’de Princeton Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ve başkanlığını Bernard Lewis’in yaptığı toplantının hamisi Kissinger olup, bu toplantıya oryantalizm ve modern Arap tarihiyle alakalı tanınmış uzmanlar katılmıştır. Bölgenin 19. yüzyıldaki mezhep ve inançlara göre sınırlarının yeniden çizilmesi toplantının öngörülerinden biridir.

    Benzer görüşler İsrailli diplomat Oded Yinon tarafından Dünya Siyonist Teşkilatı’nın yayın organı olan Kivunim (Yönler) adlı dergide 1982’de daha da açık ifadelerle yer almıştır. [12]
    Yinon, “İsrail İçin 1980’ler Stratejisi” adlı makalesinde İran ve Türkiye dâhil bütün Ortadoğu ülkelerinin etnik ve mezhep yapısının İsrail için büyük fırsatlar sunduğunu belirtmektedir. Yinon’a göre Irak üç devlete, Suriye altı devlete bölünmelidir.

    Teksas, Wako Dağı’ndaki David Koreş Tarikatı’na karşı çok kanlı, tanklara monte lav silahlarıyla çok sayıda çocuk ve kadını öldürerek bir operasyon yapan ve NATO’nun Avrupa Birlikleri Komutanlığını da (1997-2000) yürütmüş olan Yahudi asıllı Orgeneral Wesley K. Clark, Irak’ın işgalinden sonra yazdığı “Modern Savaşları Kazanmak-Irak, Terörizm ve Amerikan İmparatorluğu” adlı kitabında yukarıdaki görüşlere paralel düşünceleri “terörizmle mücadele” adı altında detaylı olarak ifade ediyor.

    Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın haritasının değişeceği anlaşılıyor. Bu bir kehanet değil, zaten başlamış durumda. Aslında ABD, bölgemizde haritaların yeniden çizileceğini kısa süre önce açıkladı. Bush’un Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice açık ve net biçimde bunu resmen söyledi.[13]

    Robert D. Kaplan, Türkiye için tanıdık bir isim. Son kitabının (Kasım 2012) adı “The Revenge of Geography: What the Map Tells Us About Coming Conflicts and the Battle Against Fate” (Coğrafyanın İntikamı: Harita Bize Yaklaşan Çatışmalar Hakkında Ne Söyler ve Kadere Karşı Savaş)

    Kaplan’ın daha önceki 14 kitabının içinde bizim için en önemlisi “Balkan Ghosts-Balkan Hayaletleri” yani Balkanlarda kaynayan kazan iken 80 makalesinden biri olan “On the Coming Anarchy on Our Planet” adlı on dokuz sayfalık makalesinde “Türkiye önümüzdeki yıllarda elinden çıkacak olan GAP’taki barajları niye inşa etti ki?” diye daha 1994’te yazıyor.[14]

    Serdar Turgut’un ifadesiyle, “Üslubu şaşırtıcı derecede John Reed’e benziyor. Hani şu dünyayı sarsan On Gün’ün ihtilalci Meksika’nın yazarına. O gittiği ülkeyi gözlemler ve yorumlar. Gizli servislerin elde edemediği stratejik bilgileri bu tür adamlar bulur ve çıkarır.”

    Kaplan, açık CIA denilen Stratford’da baş jeopolitik analist olarak çalışıyor.

    Bugün Ortadoğu’da İsrail ve ABD’nin uyguladığı politikaları tam anlamıyla anlamak için Kabala+Eski Ahit ve Yeni Ahit kaynaklı kehanetlere dikkatlice bakmak, özellikle Evanjelist Hıristiyanların kutsal metinlerden yaptıkları Batıni/ezoterik çıkarımlara dikkat etmek gerekiyor. Bu hususta gazeteci Serdar Turgut aynen şunları yazıyor: “…Halbuki İsrail’i ve Amerika’daki yandaşlarını harekete geçiren çoğunuza irrasyonel ve saçma gelecek inançlar ve düşüncelerdir. Bunları anlamadan, bilmeden ne İsrail’i ne de Amerika’nın durumunu açıklayabiliriz.

    Bunu yapabilmek için ülkelerin gizli tarihlerinden ve ezoterik bilimlerinden haberdar olmanız gerekiyor. Ben meraklısı olduğum için uzun yıllardır İsrail’i motive eden gizli inanışların ve hurafelerin incelemesini yaptım. Bu yüzden bugün onların işlediği hiçbir insanlık suçu bana şaşırtıcı gelmiyor. Bunları bekliyorum, çünkü onlar dini kaynaklar tarafından emredilen ulu bir iş yaptıklarına inanıyorlar. İsrail ve Amerika’daki yandaşları -Evanjelistler R.K- savaşmanın kendi kaderleri olduğuna üstelik bu savaşların kendi dini kaynaklarında yazılı olduğuna ve kendilerine buyrulduğuna inanıyorlar.[15]

    Serdar Turgut’a göre “İsrail’in savaş takvimi” kendi ülkelerinin dünyanın sonunu getirecek savaşa hazırlandığına inanan İsrail’in yönetimindeki insanlar bölgede attıkları hemen her adımı Şabat takviminde yazılanlara göre atmaya çalışıyorlar. Bu takvimde İsrail’in yeni büyük savaşının içinde bulunduğumuz yıllarda olacağına işaret ediliyor. Şimdi sıkı durun bu büyük savaşın Türkiye’yle olacağına da inananlar çok. Bunun da dünyanın sonunun anlatıldığı dini kaynaklarda geçtiğine inananlar var İsrail’de ve ABD’de. Anlatılan ve maalesef inanılan bu hikâyeye göre Türkiye ile savaş kendi başına sonu getirmeyecek ama sonu getirecek büyük savaşa, Armagedon’a gidecek süreci başlatacak. Bu kişilere göre Armagedon’a giden sürecin mutlaka bazı tahrikler ve saldırılarla tetiklenmesi gerekiyor; çünkü Armagedon günü aynı zamanda İsa Mesih’in dünyaya indiği günde olacak. Bu inanç olduğu için ABD’de Evanjelist Hıristiyan çevreler İsrail’e canları pahasına destek verirler… Armagedon, İsrail’in kuzeyinde bulunan Megido tepesinde yaşanacak. Armagedon günü İsrail’e düşman olan bazı ülkelerin Megido’ya gelip koalisyonlar kuracakları düşünülüyor. Aralarında Türkiye ve İran’ın mutlaka olacağına inanılan bu koalisyon İsrail’le çok kanlı ve mutlaka nükleer silahların da kullanılacağı bir savaşa girişecek.[16]

    Öte yandan Batı’da Türklerin kıyamet alameti olduğuna dair Judeo-Hıristiyan algılar çok eskilere dayanmaktadır. “Kitle iletişim aracı sayesinde din ve devlet savaş propagandası yaparak bilinen Türk düşmanı imajını oluşturmuştur.”[17] Mesela Martin Luther’in Papalığı ve Türkleri Deccal olarak adlandırması sonucu, Türklerin Deccal olduğu görüşü hem Protestanlık hem de Katolik Hıristiyanlık tarafından benimsemiştir.[18]

    Yeni Dünya Düzeni kurulurken son seferde fethedilecek ülke Edom’dur. Yahudi tasavvufunun temelini oluşturan kutsal metinlerden Kabala’ya göre bugünkü Türkiye topraklarını oluşturan Anadolu’nun ilk çağlardaki adı “Edom”dur.[19] “Anadolu vadedilmiş topraklar içindedir. Zaten Kabala yorumlarında (Schloem) Edom en son zaferde fethedilecek ülkenin adıdır. Söylemek gerekir ki, yaşadığımız olaylar ve Ortadoğu paradoksu artık hemen hemen her düzeydeki insanın da fark ettiği gibi Saddam, petrol, su ve İran’ın nükleer gücü gibi etiketlerin yapıştırıldığı zarfların çok ötesindedir. Dünyanın gerçekten Apocalyps sembolizması doğrultusunda Ortadoğu’daki son savaşın teolojik adı olan Armagedon’a doğru ilerlediğini düşünmemiz yanlış değildir. Çok daha evrensel düşünmeli, kimin kime nasıl ve niçin hizmet ettiğini artık anlamalıyız. Vakit azalmaktadır ve önümüzdeki tek ışık Atatürk’ün bölgesel politikası ve dünya görüşüdür. Kim bilir belki de Atatürk 1933 yılında Selçuk’ta bütün bunları görmüş ve bugünlere dikkat çekmiştir.”[20]

    Yeni Dünya Düzeni adı verilen hegemonik hedefler sadece dini/kutsal metinlerle desteklenmekle kalmıyor. ABD’nin askeri harcamaları -ha keza İsrail’de aynı yoldadır- toplamı, Amerika’dan sonra gelen 15 gücün askeri bütçelerinin toplamına denk olup, AB ya da NATO üyesi ülkelerin hepsinin toplam harcamalarının iki katından fazlasına, Rusya’nın ise GSMH’sına yakındır. Elbette ABD’nin tek taraflılığı oğul Başkan George W. Bush tarafından başlatılan bir olgu olmayıp öncesi -mesela Clinton dönemi de dahildir- vardır.[21] Ancak Evanjelist, neo-con destekli Bush’la beraber söz konusu tek taraflılık ABD’nin en yakın müttefiklerinin bile öfkelenmesine sebep oluşturmuştur.[22] Buna rağmen gerek İsrail’de gerek Amerika’da dünya hegemonyası veya Tanrı İmparatorluğu için pek çok şeyi göze almış güçlü, finans ve iktidar sahibi elit’ler mevcut olup sözüm ona “İslamcı teröristler” şöyle bir mütalaa ile değerlendirilmektedir: “…Ancak aralarından birkaçı yaradanlarına kavuşmak için size saldırmaya kararlıysa, bunu başarmaları muhtemeldir. Kısacası, eğer bir dünya hegemonyası istiyorsanız bunun bedelini ödemeye hazır olmalısınız.”[23]

    Türkiye’nin ve İslam dünyasının karşı karşıya olduğu tehlikenin büyüklüğünü göstermesi bakımından, özellikle Amerikan halkını ve ordusunu kendi yanlarına çekebilmek için karanlık ve “zayıf ihtimaller üzerinden küresel şoklar oluşturmak”[24] için çok tehlikeli işler yapabileceklerine dair bir örnek: Yazar Christopher Bollyn yıllarca 11 Eylül 2001’in izni sürmüş. Sonunda da “Solving 9-11 the Deception that Changed the World” (11 Eylül’ü Çözmek - Dünyayı Değiştiren Kandırmaca) adlı kitabını yayımladı. Kitaba göre Bollyn 11 Eylül saldırılarında adı geçenlerin izini bir istihbarat ajanı gibi takip etmiş. İzler kendisini nereye götürmüşse oraya kadar gitmiş. Ve 11 Eylül saldırılarında merkezi bir plan olup olmadığını araştırmış. Yazarın kitabında vardığı sonuç; 11 Eylül saldırılarının arkasında Yahudi/Evanjelist Siyonistler var ve bu iş Amerikan derin devletinin bir kısım kurumlarının koridorlarına kadar gidiyor.

    “Sonun Zamanı”, “Armagedon Savaşı” öncelikle Amerika merkezlidir. Evanjelist Siyonistler İsrail’in gerçekte kutsal bir savaşta olduğu ve sonunda Armagedon Savaşı’nın geleceği inancı Amerika’da dar bir çevrede başlayıp, yeraltında üretilerek dağıtılan filmler ve “Geride Kalanlar” gibi roman serileriyle topluma yayılmış ve çok geniş bir taraftar kitlesine ulaşmıştır. “End of Times” genel başlığı altında toplanan romanlar bilim kurgu gibi ama hepsi Kabala-Eski Ahit-Yeni Ahit metinlerine dayandırılarak yazılmıştır. Amerikalılar bunları büyük bir duygusallıkla, vecd ile okurlar. Edebiyatın bu türüne “Apocalyptic Literature” adı veriliyor ve yazarlarının en meşhuru Tim La Haye’dir. Bu zihniyetin özellikle Pentagon’un sivil kadroları ve Washington’daki güvenlik ve istihbarat çevrelerinde taraftarları ve hatta militanları pek boldur.[25] Bu insanların büyük bölümü için ABD kadar İsrail de önemli olup pek çoğunun İsrail pasaportu da vardır. İsrail’in bölgede pervasız oluşunun arkasındaki güç bunlardır. Bu güçler İsrail’le beraber bir din savaşına ortak girmeye kararlıdır, bu yolda gözlerini karartmışlardır. Gayeleri doğrultusunda hareket etmeyi engelleyecek her kişiyi ve gücü ortadan kaldırmaya hazırlar.[26]

    Bu irrasyonel hikayelerin ABD ve İsrail’in politikalarını belirlediğini söylemek abartı sayılmamalıdır. “Nükleer silahları kullanmak, çocuk ve kadınları öldürmek, saçma hedefler için çok sayıda insan feda etmek rasyonel insanların yapacağı işler değil tabii ki, ama bu insanlar katiyen rasyonel olmadıklarından ve kutsal metinlerde anlatılan hikayelerin tamamen esiri olduklarından bugün çoğu insan için bu yönü bilmezse İsrail’in Amerika’nın davranışlarını anlamakta zorlanabiliyor.[27]

    İsrail yönetimi bu sürece o kadar inanıyor ki, attığı her adımda bu dini kaynakların işareti görülebiliyor. İran’ın nükleer sistemini sabote etmek için İsrail gizli servisi bir süre önce bir bilgisayar virüsü yolladı. STUXNET adı verilen bu bilgisayar virüsünün yazılım metinlerinde bile Tevrat’taki Perslere karşı Yahudilerin kazandığı zaferle ilgili bölüme atıflar var. Deliliğin sınırlarında olan bu insanlar İsa Mesih dünyaya gelmeden önce üçüncü Süleyman Tapınağı’nın inşa edilmesi gerektiğine inanıyorlar. Üçüncü Süleyman Tapınağı’nın gök kubbede olduğuna inanıyorlar ve yeniden inşanın o gök kubbedeki görünümün yere iz düşümünün olduğu yere yapılması gerektiğini söylüyorlar. O izdüşümünün olduğuna inanılan yerde şimdi iki İslam mabedi, Mescid-i Aksa ve Kubbetü-s Sahra Camileri bulunuyor. Üçüncü Süleyman Tapınağı’nın inşasına geçilebilmesi için bu iki İslam mabedinin yıkılması gerektiğini söylüyorlar.[28] Bütün bunlar size saçma gelebilir. Ancak ünlü İtalyan düşünür Umberto Eco’nun şu sözünü hatırlayalım: “Bir inancın doğru ve yanlış olduğunu tartışmayın, inananlarının neyi ne kadar göze aldıklarına, alabileceklerine bakın.” Görülüyor ki, “Bundan sonra dünyayı ve insanlığı büyük felaketler bekliyor.”[29]

    ABD’nin bütün istihbarat teşkilatlarının çatısında yer alan Milli İstihbarat Konseyi’nin (National Inteligence Council-NIC) 2030 küresel yönelişlerini tahmine yönelik “Alternatif Dünyalar” raporuna göre İslamcı partilerin bu süreçte daha piyasacı, yani İslam’ın neoliberal “piyasa İslam”ına dönüştürüleceği tahmini de yer alıyor. Yine rapora göre Sünni İslam dünyasında siyasal İslam’ın gücü eline almakta olduğu Türkiye, Tunus ve Mısır örneği verilerek dikkat çekiliyor.

    Mehmet Şevket Eygi, “Nasıl, ne zaman, nerede olacak bilmem ama Melhame-İ Kübra denilen büyük ve kanlı savaş cereyan edecektir. Ben ayak seslerini duyuyorum. Savaşların ayak sesleri insanların ayak sesine benzemez. Duyan duyar, duymayan duymaz… İran büyük lokmadır. Onu tek başına yutamazlar. En iyisi, o ülke ile başka İslam ülkelerini çarpıştırmaktır. Böylelikle bir taşla iki kuş vurulmuş olur. Hem İran parçalanır, köle olur, hem de onunla çarpışan Amerikan dostu rejimli ülkeler… İsrail’de Arap kökenli ve Sefarad Yahudiler orada ikinci sınıf Yahudilerdir. İsrail’de Siyonizm’le, ırkçılıkla mücadele eden siyah panterler hareketi vardır… Öte yandan her İslam ülkesinde kripto Yahudiler vardır. Bunlar gerektiğinde camiye gider namaz kılarlar, oruç tutarlar, hacca giderler. Dıştan iyi veya kötü Müslim görünürler ama içlerinde Yahudilik kimliği hakimdir. Onların dininde iki kimliklilik, iki dinlilik caizdir… ABD’ye / İsrail’e İslam ülkelerinin başına zahiren Müslüman görünen, gerçekte ise Yahudi olan başkanlar getirmek istiyorlar. Bütün bunlara da iyi ile kötünün savaşı diyorlar.[30]

    Washington D.C. merkezli, Center for Strategic and International Studies-CSIS tarafından yapılan 114 sayfalık çalışma “Study on a possible Israeli strike on Iran’s nuclear development facilities” (İran’ın nükleer tesislerine muhtemel bir İsrail saldırısı üzerine çalışma) raporuna göre böyle bir saldırı sonunda anında binlerce insan ölecek ve meydana gelecek radyasyon bulutları Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve pek çok diğer ülkede binlerce, yüz binlerce insanın hayatını tehdit edecek. Bu sebeple ABD’de Başkan Obama ve çevresinden bir grup, İran’a öncelikle bir SİBER saldırısı düzenlenmesi gerektiğini tartışıyorlar. Açık kaynaklardan ulaşabildiğimiz bilgilere göre bu yönde 2010 yılından beri bir çalışma yürütülüyor. Hatta ABD tarihinde ilk kez MİLLİ SİBER POLİTİKASI adlı bir dokümanı yürürlüğe koydu ve Milli Güvenlik Kurulu’na bir siber komutan tayini yapıldı.
    “Siber savaş” planlarında hedefteki düşman “ülkenin EKONOMİSİNİ çökertmeye özel bir önem veriliyor. Öncelikle ekonomik alt yapıyı çökertmeye odaklı sistemin önce İran’ın komşu ülkelerini vurması bilahare de küresel bir ekonomik krize sebep olması ihtimalinden sık sık bahsediliyor.

    İran’ın nükleer tesislerine 2010-2011 yılında stuxnet adlı bilgisayar virüsüyle başarılı bir saldırı yapıldığı ve tesislerdeki çalışmayı bir müddet durdurduğu biliniyor. İlginç olanı bu saldırıda İsrail’in yanında sadece Amerika’nın değil Çin’in de yer aldığı yönünde bilgiler var. Anlaşılan önümüzdeki kısa dönem içinde İsrail ve ABD başta İran olmak üzere bölge ülkelerinin hepsini etkileyecek bir siber savaş başlatacak.

    Mayaların 21 Aralık 2012 kehanetlerine yönelik tartışmalar geldi geçti. Kıyamet kopmadı ancak önümüzdeki 30 yılda manevi değerlerin, dini duyguların insanlığı daha çok etkileyeceği bir o kadar da kutsal metinlerin ezoterik/Batıni yorumlarla istismar edileceği bir dönem yaşayacağımızı söylemek abartı sayılmamalı.

    1978 Washington Konsensüsü ile resmen başlatılan neo-liberalizmin ekonomik modeli 2008 mali krizi ile birlikte çöktü. “Finans ve borç krizi iktisat ilminin de krizde olduğunu ortaya çıkardı. Ana akım iktisadın geliştirdiği modeller realiteleri yansıtmaya ve doğru analizler yapmaya yetmiyor. Finans ve borç krizine nasıl bir çözüm bulunabilir? Enflasyon patlayıp paramızı pula mı çevirecek? Ekonomi uzmanlarının görüş ve analizleri hiç günümüzdeki kadar aranır olmamıştı. Ama gerek ana akım iktisatçıların, gerek Marksist iktisatçıların ortaya attığı tezler de yoğun bir şekilde tenkit edilir oldu. Serbest piyasanın kendi kendini sağlığa kavuşturabileceğine artık kimse inanmıyor.[31]

    Prof. Thomas Straubhaar, Almanya’nın Hamburg şehrindeki Dünya Ekonomi Enstitüsü adlı araştırma merkezinin direktörü ve şöyle diyor: “İktisat ilminin temel kuralları bile tartışılmalı. Ekonomi ilminde, fizikteki gibi kolayca tatbik edilip, sonucu önceden kestirilebilen mutlak geçerli kurallar yoktur. Bu sebeple, son derece karmaşık meselelere standart reçeteler sunmaya kalkışmamalıyız.” Ama 1970’li yılların ortasından itibaren IMF ve WB, 1990’ların ortalarından itibaren WTO bütün dünya milletlerine standart reçeteler dayattı.

    Fon yöneticisi ve yazar Prof. Max Otte, 2006 yılında küresel mali krizi doğru tahmin edenlerden. Otte ana akım iktisadi modellerin ve akademik iktisadi bilgilerin krizin çözümüne çare olmayacağını söylüyor. Mevcut iktisatçılık krizleri azdırmak ve artırmaktan öteye geçmiyor. Otte, modern ekonominin güncel kriz senaryolarını açıklayıp tarif etmeye yetmediğini savunanların başında geliyor. Yeni bir bilim dalı olan DAVRANIŞ İKTİSADI’na henüz gereken önem verilmediğini belirten Otte, “Önyargı ve duyguların davranışlar üzerindeki etkisi çok daha önem kazanıyor. Bu sebeple, ekonominin, din, sosyoloji, felsefe, tarih ve hatta biyoloji bilimleriyle bütünleşmesini talep edenler artıyor” diye devam ediyor. Çünkü önce insanın ve sosyal süreçlerin söz konusu olduğu unutulmamalı. Dengesizliklerin ve güç dağılımının önemi ile çarpıtılmamış bilginin önemi hep göz önünde bulundurulmalı. Ortada ana akım iktisatçıların alkışladığı ve 30-40 yıldır uygulanmaya çalışılan bir piyasa yok, çok sayıda piyasalar var.

    2008 mali krizi ile iflas eden sadece neoliberalizm değil, aynı zamanda neoliberalizmin teolojik temelini oluşturan “kehanetler”. İşte onlardan bazıları: a- Tek dünya devleti- hükümeti kurulacak.[32] b- Tek dünya ekonomi yönetimi kurulacak.[33] c- Tek dünya dini-senkretik (bağdaştırılmış) bir din, inanç hakimiyeti tesis edilecek.[34]

    Dünden bugüne baktığımızda Kitabı Mukaddes Judeo-Hıristiyan Batılı şuurun kurucu öğesidir. Gözardı edilemeyecek bir temel. Yine dünden bugüne baktığımızda Batı’nın askeri ve ekonomik kazanımları hep kanlı. Öyleyse Judeo-Hıristiyan Batı dünyasının yarın’a ait politikalarına bakarken dünden bugüne olanların “kahinlerin arz-ı ubudiyeti ile tescil ve takdis” edilmiş olduklarını asla akıldan çıkarmamalıyız. Çünkü yarın da böyle olacağını söylemek asla kehanet değildir.

    Tehlikeyi gerçekleşmeden önce görmek mecburiyetindeyiz. Önceden görmek, hasılı bedeli ne olursa olsun Prometeus olmak ve Epimeteus’un düştüğü çukura düşmemek. Gaflet çukuruna. Elbette bilmek, ıstırapların temel kaynağı gafletse ezeli şifa.

    Etrafımıza, Türkiye’nin hinterlandına şöyle bir bakalım. Suriye’nin üç, belki dört ayrı devlete bölünme ihtimali masada. Proje yeni değil, raftan indirildi o kadar. Irak’ın mevcut sistemiyle yola devam etmesi mümkün değil. ABD ve İsrail’in “Kürt politikası”nın “oyun içinde oyunlardan” meydana gelen bir Matruşka olduğu iyice ortaya döküldü. Aralık 2012’de Türkiye enerji bakanının uçağının Irak’ın kuzeyine inmesine engel olanın bizzat ABD olduğu artık herkesçe biliniyor. Irak sisteminin Türkmenler, Kürtler ve Araplar şeklinde yürümesinin mümkün olmadığı gibi Sünni ve Şii / Nusayri Arapların bile bir arada olamayacağı anlaşılıyor.

    İran ve İsrail oyunun şimdilik baş aktörü ancak İran yerine Türkiye’nin konması an meselesi. İsrail ve Amerikalı Evanjelistler Ortadoğu’da bir an önce savaş çıkarmak istiyorlar. Arzuları “Mesih”in gelişini çabuklaştırmak için “Tanrı’yı kıyamete zorlamak”.

    “Hatırlayalım, daha bir hafta önce İran genelkurmay başkanı patriotlar konusunda “Bunlar üçüncü dünya savaşı hazırlıkları” gibi laflar etmişti. Başbakan “saçmalıyor” diyerek küçümsedi ama bugün ciddi ciddi Ortadoğu’da büyük bir savaşın hazırlıkları yapılıyor. Amaç bu olmayabilir ama sonuç buraya gidebilir. Bakınız, dünya ve Ortadoğu tarihi…”[35]

    Zamanın ABD Dışişleri Bakam Hillary Clinton, Suriye için Ağustos 2012’de “operasyonel resim”den söz etti.

    Yine ABD’nin dışişleri eski bakanlarından ve ABD derin devletinin akil adamı Henry Kissinger 6 Ağustos 2012’de yaptığı bir televizyon konuşmasında “1945’lere geri dönmeliyiz” diyerek Amerikan operasyonlarına atıfta bulundu ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Amerika’da seçimlerin önemi yok. Şimdi kim seçilirse seçilsin, bugünlerde benimseyeceğimiz politika 1945-1955 arasında uyguladığımız politika olmalıdır.”

    ABD’nin bu dönemi CIA’nın en fazla “örtülü operasyonlar” yaptığı bir dönem olup İsrail bu dönemde, 1 Mayıs 1948’de kurulmuştur.

    “Operasyonel resim”in Türkiye açısından anlamı, hem cellat hem “Üçüncü Süleyman Tapınağı”nın sunağında kesilecek Kurban rolüdür.

    “Suriye krizinin kod adı “Leviathan” (-Kabalistik bir tanımlama olup, kurulması planlanan “Tanrı İmparatorluğu”nun mutlak güç ve kudretini ifade eder -R.K.) Bölgede uzun zamandır derinden gizlice sürdürülmekte olan mücadelenin bir büyük savaşa dönüşme ihtimali büyük. Günümüzde Suriye ve çevresinde daha doğrusu olup bitenlerin kod adı “Leviathan”… Dünyanın en büyük güçleri hiç durmadan Doğu Akdeniz’de savaş tatbikatı yapıp duruyorlar. Akdeniz’e inen Rus savaş gemilerinde neredeyse son zamanlarda rekor kırılıyor. Çin birdenbire donanmasına Doğu Akdeniz hedefini gösteriyor… İsrail’in nükleer füze yüklü denizaltıları Doğu Akdeniz’de cirit atıyor. İsrail ayrıca Yunan Adalarını (Ege Adaları) birer askeri üsse çevirmiş durumda. Füzelerle donanmış olan Yunan Adaları birer İsrail uçak gemisine dönüştüler. (Kısa süre önce Girit Adası açıklarında yapılan tatbikatta 100 İsrail uçağının kullanıldığını ve ayrıca S-300 füzelerinin kullanılmış olduğunu da unutmayın.[36]

    Soru şu: İsrail Akdeniz ve Ege’deki adaları kime karşı kullanmak istiyor?

    Dr. Ramazan Kurtoğlu
    İstanbul Aydın Üniversitesi
    İİBF/Uluslararası Ticaret Bölüm Başkanı
    Florya-İstanbul Ocak 2013

  2. #2
    Mandos
    Guest
    Alıntı imox Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Bu kitabin eski basimi taranmis hali bende var. Fakat bagzi sessiz harfleri makina yemis. Paylasayimmi ?
    Dostum kitap 2016'da yeni basım yapmış bu bakımdan paylaşamıyoruz. İlgine teşekkürler.
    .

FACEBOOK'TA PAYLAŞ
profesyonel web tasarım
© Copyright 2021. Tüm Hakları Saklıdır. Çizgili Kitap | Çizgili Kitap Forum Kuralları