Format......Cbr
[Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.]
Format.....Pdf
[Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.]
Format......Cbr
[Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.]
Format.....Pdf
[Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.]
Büyüksünüz üstadım inanın ki şunları gördükçe zevkten 4 köşe oluyorum.
4you007 .
Agatha Christie - An Autobiography ' Autobiographia ':
It must have been about then that my sister Madge and I had a discussion which was to bear fruit later. We had been reading some detective story or other; I think–I can only say I think because one’s remembrances are not always accurate: one is apt to rearrange them in one’s mind and get things in the wrong date and sometimes in the wrong place–I think it was The Mystery of the Yellow Room, which had just come out, by a new author, Gaston Le Roux, with an attractive young reporter as detective–his name was Rouletabille. It was a particularly baffling mystery, well worked out and planned, of the type some call unfair and others have to admit is almost unfair, but not quite: one could just have seen a neat little clue cleverly slipped in.
We talked about it a lot, told each other our views, and agreed it was one of the best. We were connoisseurs of the detective story: Madge had initiated me young to Sherlock Holmes, and I had followed hot-foot on her trail, starting with The Levenworth Case, which had fascinated me when recounted to me by Madge at the age of eight. Then there was Arsene Lupin–but I never quite considered that a proper detective story, though the stories were exciting and great fun. There were also the Paul Beck stories, highly approved, The Chronicles of Mark Hewitt–and now The Mystery of the Yellow Room. Fired with all this, I said I should like to try my hand at a detective story.
Sanırım o sıralarda, ablam Madge ile tartışmıştık, bunun meyvelerini daha sonra alacaktık. Ablamla galiba bir dedektiflik romanı okuyorduk; sanırım, sadece sanırım diyebiliyorum çünkü kişilerin hatırladıkları her zaman tamamen doğru olmayabilir; insan bazı anıları kafasında değişik bir şekle sokabilir, tarihleri yanlış hatırlayabilir, bazen de yerlerde yanılabilir. Sanırım kitabın adı The Mistery of the Yellow Room idi. Kitap daha yeni satışa çıkmıştı, Gaston Le Roux adında yeni bir yazarın imzasını taşıyordu; romanda genç ve güzel bir gazeteci dedektif vardı, adı Rouletabille'di. Bu özellikle insanı şaşırtan romanlardan biriydi; iyi kurgulanmıştı, bazılarının haksızlık bazılarının ise haksızlık sayılabilir diye tanımlayacakları türdendi. İnsan, ipuçlarının romanın içine dikkatlice gizlendiğini görebiliyordu.
Ablamla bu roman üzerinde uzun uzun konuştuk, birbirimize görüşlerimizi anlattık ve romanın en iyilerden biri olduğuna karar verdik. Dedektif hikâyeleri ablamla ikimizin uzmanlık alanımızdı. Madge, daha küçükken beni Sherlock Holmes ile tanıştırmıştı ve sonra da ben hep onun izinden gitmiştim. Ablamı izlemeye sekiz yaşındayken Madge'in bana okuduğu ve bayıldığım The Levenworth Case ile başlamıştım. Daha sonra sıraya Arsene Lupin girdi, fakat ben onun maceralarını çok heyecanlı ve eğlenceli olmalarına rağmen gerçek dedektif hikâyesi saymadım. Bir de çok beğenilen Paul Beck hikâyeleri vardı. The Chronicles of Mark Hewitt ve şimdi de The Mystery of the Yellow Room vardı. Bu kitaplardan ilham alıp bir dedektif hikâyesi yazmayı deneyeceğimi söyledim.
Agatha Christie - The Clocks ' Horologia ':
Hercule Poirot'un tevazuyla hiç alâkası olmadığını düşündüm. Zaten eskiden beri bu kanaatteydim.
Poirot, «Ondan sonra ne yaptım biliyor musun?» diye sordu. «Hakikati bırakıp hayale döndüm. Şu yerde gördüğün kitapların hepsi cinaî roman. Yani artık geri geri gidiyorum. Bak...» Koltuğun kolunda duran kitabı alıp bana uzattı. «Azizim Colin, Leavenworth Dâvası.»
-- «Bu bir hayli eski bir kitap. Galiba babam bunu gençliğinde okuduğunu söylemişti. Ben de seneler evvel okumuştum. Bir hayli modası geçmiş bir eser.»
Poirot, «Hayran olunacak bir kitap» diye cevap verdi. «İnsan o devrin atmosferini çok iyi anlıyor! Sonra dikkatle plânlanmış hâdiseler. Ya Elanor'un altına benzeyen saçları... Mary'nin mehtabı andıran güzelliği!»
Güldüm. «Bari o kitabı bir daha okuyayım. İçinde güzel kızlardan bahsedildiğini unutmuşum.»
-- «Sonra hizmetçi kadın Hannah ne kadar canlı bir tip. Ya katil... Katilin psikolojik durumu ne kadar güzel izah edilmiş.» Dostumun nutuk çektiğini hissederek arkama yaslanıp dinledim.
Poirot devam etti. «Meselâ Arsene Lupin'in Maceraları'nı ele alalım. Ne de hayalî şeyler! Fakat o kadar hayat dolu, o kadar canlı eserler ki. Bir bakıma bütün maceralar saçma ama yine de hepsi birer şaheser. Üstelik kitaplar nükte dolu.»
Dostum Arsene Lupin'in Maceraları'nı bırakıp başka bir kitap aldı. «İşte Sarı Oda'nın Esrarı. Bu hakikî bir klâsik! Başından sonuna kadar beğendim. Ne mantıkî bir giriş! Aklımda kaldığına göre bu kitabın tenkitleri çıkmıştı. Muharririn haksızlık ettiğini yazıyorlardı. Halbuki hiç de öyle değil, azizim Colin, hayır. Belki bu haksızlığa yakın ama arada bir kıl kadar fark var. Hakikat zekice sarfedilmiş sözler sayesinde dikkatle gizlenmiş. Adamlar üç koridorun birleştiği yerde karşılaştıkları zaman her şeyin anlaşılması lâzım.» Kitabı âdeta hürmetle yerine bıraktı. «Tam mânasiyle bir şaheser... Korkarım bugün unutulmuş bir kitap.»
_ An Autobiography [pasajları] ile The Clocks [pasajları] analojiktir, i.e. Agatha Christie & sister Madge, aşikârdır ki, Hercule Poirot & Colin aracılığıyla konuşmaktadır.
_ Zayıf analojik bağıntılar da vardır, lakin şu an için mevzubahis değil. : )
;----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Agatha Christie - The Clocks ' Horologia ':
Poirot arkasına yaslanıp gözlerini kapattı. Söylediği sözleri duyunca şaşırdım.
-- «Deniz aygırından,
Ayakkabılardan, gemilerden, ve bal mumundan,
Lahana ve krallardan.
Denizin neden kaynadığından, ve
Domuzların kanatları olup olmadığından, bahsedebiliriz dedi.»
Dostum gözlerini açıp mânalı mânalı başını salladı. «Anladın mı?»
-- «Bu Alice Aynadan Geçiyor kitabından «Deniz aygırıyla Marangoz'un şiiri değil mi?»
-- «Doğru. Bu anda senin için daha fazla bir şey yapamam, mon cher. Sen bunu düşün.»
Darwinizm' in ' Theoria Evolutionis Darwinii* ' önde gelenlerinden biri olan bay Dawkins, Olasılıksızlık Dağına Tırmanmak ' Climbing Mount Improbable /Ascensus Mons Improbabilis ' adlı eserinde ne diyordu_?
* Transmutatio Specierum vel Descendentiae de Antecessoribus Communibus Hypotheticis: Türlerin Transmutasyonu veya Ortak Atalardan Türeme Hipotezi.
Now we come to a piece of genuine uncertainty and a spectrum of opinion among biologists. At one extreme are those who feel that we can take genetic variation more or less for granted. If the selection pressure exists, they feel, there will always be enough genetic variation to accommodate it. The trajectory of a lineage in evolutionary space will be, in practice, determined by the tussle among selection pressures alone. At the other extreme are those who feel that available genetic variation is the important consideration determining the direction of evolution. Some even go so far as to assign natural selection a minor, subsidiary role. To take our two biologists to the point of caricature, we might imagine them disagreeing on why pigs don’t have wings. The extreme selectionist says that pigs don’t have wings because it would not be an advantage for them to have wings. The extreme anti-selectionist says that pigs might benefit from having wings, but they can’t have them because there never were mutant wing stubs for natural selection to work upon.
Bu noktada gerçek bir belirsizlik konusuna ve biyologlar arasındaki bir fikirler yelpazesine varmış oluyoruz. Bu yelpazenin uç noktasında, genetik çeşitlenmeyi zaten otomatik oluşuyor olarak görebileceğimizi hissedenler yer alır. Onların düşüncesine göre eğer seçilim baskısı mevcutsa, her zaman için bu baskıya uyum sağlamaya yetecek genetik çeşitlenme olacaktır. Onlara göre evrimsel uzayda bir soyun izlediği rota, pratikte sadece seçilim baskıları arasındaki kapışmayla belirlenmektedir. Yelpazenin karşı ucunda ise evrimin yönünü belirlemede önemli etkenin eldeki mevcut genetik çeşitlenmeler olduğunu hissedenler bulunur. Bunların bazıları, doğal seçilimi ufak ve ikincil bir rol oynuyormuş gibi görecek kadar ileri gider. Bu iki zıt uçtan birer biyolog alıp karikatür noktasına taşırsak, domuzların neden kanatları olmadığı konusunda fikir ayrılığına düştüklerini hayal edebiliriz. Aşırı seçilimci, domuzların kanatlı olmadıklarını çünkü kanatlı olmanın onlara bir avantaj sağlamayacağını söyler. Aşırı anti-seçilimci ise domuzların kanatlardan faydalanabilecek olduğunu ama doğal seçilimin üzerinde çalışabileceği mutant kanat filizlerinin asla var olmadığından kanatları olamayacağını söyler.
Bay Dawkins' in, Kör Saatçi ' The Blind Watchmaker /Caecus Horologiarius ' adlı eserindeki Melek [Kanatları] ~ Yarasa [Kanatları] Analojisi, kuşkusuzdur ki, îzahtan vârestedir, şöyle ki:
But any real-life Darwinian would acknowledge that, although any gene on any chromosome may mutate at any time, the consequences of mutation on bodies are severely limited by the processes of embryology. If I ever doubted this (I didn't), my doubts would have been dispelled by my biomorph computer simulations. You can't just postulate a mutation 'for' sprouting wings in the middle of the back. Wings, or anything else, can only evolve if the process of development allows them to. Nothing magically 'sprouts'. It has to be made by the processes of embryonic development. Only a minority of the things that conceivably could evolve are actually permitted by the status quo of existing developmental processes. Because of the way arms develop, it is possible for mutations to increase the length of fingers and cause webs of skin to grow between them. But there may not be anything in the embryology of backs that lends itself to 'sprouting' angel wings. Genes can mutate till they are blue in the face, but no mammal will ever sprout wings like an angel unless mammalian embryological processes are susceptible to this kind of change.
Now as long as we don't know all the ins and outs of how embryos develop, there is room for disagreement over how likely it is that particular imagined mutations have or have not ever existed. It might turn out, for instance, that there is nothing in mammalian embryology to forbid angel wings, and that the caricature Darwinian was right, in this particular case, to suggest that angel wing-buds arose but were not favoured by selection. Or it might turn out that when we know more about embryology we shall see that angel wings were always a nonstarter, and that therefore selection never had a chance to favour them. There is a third possibility, which we should list for completeness, that embryology never allowed the possibility of angel wings and that selection would never have favoured them even if it had. But what we must insist on is that we can't afford to ignore the constraints on evolution that embryology imposes. All serious Darwinians would agree about this, yet some people portray Darwinians as denying it.
Oysa, her gerçek Darwinci herhangi bir kromozom üzerindeki herhangi bir genin herhangi bir zamanda mutasyon geçirebilmesine karşın, vücutlardaki mutasyon sonuçlarının embriyoloji süreci tarafından kısıtlandığını bilir. Eğer bu gerçekten kuşku duymuş olsaydım bile (ki asla duymadım), bu kuşkularım biyomorf bilgisayar simülasyonlarımdan sonra ortadan kalkardı. Sırtın orta yerinden kanatlar çıkması "için" bir mutasyon olduğunu varsayamazsınız. Kanatlar ya da başka bir şey, sadece ve sadece gelişim süreci izin veriyorsa ortaya çıkabilir. Hiçbir şey büyü yapılmış gibi ortaya çıkıvermez; embriyonik gelişim süreci tarafından yapılması gerekir. Var olan gelişim süreçlerinin durumu evrimleşebileceğini hayal edebileceğiniz şeylerin çok azının gerçekleşmesine izin verir. Kolların gelişme biçimi nedeniyle, mutas- yonların parmak uzunluğunu değiştirmesi ve aralarında deriden bir perde oluşturması mümkündür. Fakat sırtın embriyolojisinde melek kanatlan çıkıvermesine elveren hiçbir şey olmayabilir. Genler hırslarından mosmor olana kadar mutasyon geçirebilirler, ama memelilerin embriyolojik süreçleri böylesi bir değişime açık değilse, hiçbir memelinin asla melek kanatları olmayacaktır.
Embriyoların nasıl geliştiğinin tüm ayrıntılarını bilmediğimiz sürece, hayal ettiğimiz belirli mutasyonların gerçekleşmiş olma olasılıklarının ne kadar olduğu konusunda fikir ayrılıkları olacaktır. Örneğin, memeli embriyolojisinde melek kanatlarını yasaklayan hiçbir şey olmadığı anlaşılıverir. O zaman da, Darwinci karikatürünün, özel örneğimizde melek kanatları çıkıntılarının ortaya çıkmış olabileceğini ama seçilim tarafından yeğlenmediklerini önermekte haklı olduğu ortaya çıkar. Ya da, embriyoloji konusunda bilgimizi genişlettiğimizde, melek kanatlarının hiç başlamadığı, bu yüzden de seçilimin onları yeğleme şansının hiç olmadığı ortaya çıkar. Üçüncü bir olasılık daha var, hadi onu da eksik bırakmayalım: Embriyoloji melek kanatlarının oluşmasına asla izin vermemiştir ve izin vermiş olsaydı bile, doğal seçilim onları yeğlemezdi. Fakat üzerinde ısrarla durmamız gereken asıl konu, embriyolojinin evrime getireceği kısıtlamaları göz ardı edemeyeceğimizdir. Tüm ciddi Darwinciler bunu kabul eder, yine de bazıları Darwincilerin bunu inkâr ettiklerini düşünür.
Velhasılıkelam bay Dawkins' in hükmü şudur:
_ [Gross] mutasyon ' [crassa] mutatio ' gelişigüzel, doğal seleksiyon ' selectio naturalis ' gelişigüzel değildir.
_ Ne böyle bir [gross] mutasyonun oluşma olasılığı ne de ' oluşsa dahi ' doğal seleksiyonun ' selectio naturalis ' yeğleme olasılığı fazladır, i.e. Hem böyle bir [gross] mutasyonun oluşma olasılığı hem de ' oluşsa dahi ' doğal seleksiyonun yeğleme olasılığı fazla değildir.
;----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kitap için çok teşekkür ediyoruz.
İ ç t e n l i k l e...
Sevgiyle...