[Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.] [Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.]
"İsterdim ki kelimeler çiçek çiçek eşiğine yağsın, isterdim ki kelimeler yıldız yıldız aydınlatsın odanı. Sönen gözlerimin bütün aydınlığı kıvılcımlaşsın onlarda... Kelimeler buseleşsin ve güvercinler gibi, kuğular gibi uçsun sana..." (Jurnal, 1955).
Onlar için Anadolu yoktur, İstanbul yoktur, Türkiye yoktur, üzerinde insanların gözyaşı döktüğü, sefalet çektiği, didindiği bir dünya yoktur. Onlar için insan jigololarından ibarettir... Bu koca imparatorluğu paşa babaları batırdı. Çürümeye yüz tutan ağacın meyvelerini bir hamlede devşirebilmek için onu kökünden devirdiler... Vay bu hanımefendilerin imtiyazlarına dokunan gafillere!
9.1.1963
BİRKAÇ KOZMOPOLİT ÜZERİNE HİCİV DENEMESİ
Nihayet medrese ve saray. Efendilerinin her cinayetine eli titremeden fetva veren yıkılış çağlarının ulema-yı rüsumu: mensuplarını herhangi bir vatandaş gibi askere yollamaz, ezelî zilleti içinde, bu zilletin nimeti saydığı bir takım imtiyazları inatçılıkla muhafazaya çalışırdı.
Değişen nedir? Said Nursi'nin risalelerini okumak için toplanan üç beş vatandaşın tevkifi, tabii hukuk bakımından hamakatle (ahmaklıkla) kaynaşan bir cinayettir. Ahlâksızlığın, bencilliğin, kayıtsızlığın ferman ferman olduğu bir ülkede, bir kitabı, ahlâktan, insanlıktan bahseden bir kitabı okuyanlar ancak takdire lâyıktır. Soğuk ve süprüntülüklerden devşirme, maddeci, sözde maddeci yayınlardan tiksinen, kendilerine insaniyetçi süsü veren bir alay züppenin sapıklıklarına iğrenerek bakan ve bir kurtuluş arayan samimi çocuklar... Davranış bakımından kendimi onlara çok yakın buluyorum.
Yazılı kâğıt bezirgânları, odalarında kitap okuyan bu, belki gafil ama hiç şüphesiz tertemiz insanların tevkifini adeta alkışlayarak ilan ediyorlar. Vicdan hürriyetine indirilen bu ağır darbe gerçi bizim için ebedi bir maceradır. Yarı münevver, sadizmini, kendi tanrılarına secde etmeyen namuslu insanlar üzerinde tatmin etmeyi adet haline getirmiştir...
Sonra 142. maddenin kaldırılması için imza toplayan bir zat, 142. maddenin hışmına uğrar, asil üniversitemiz kutuplar kadar sessiz karşılar hadiseyi...
Fakir memleketin sunduğu ulufeyi* bir nevi fetih hakkı telakki ederek, üniversiteye eski ve huysuz bir kapatmayı ziyaret eder gibi, ayda yılda bir uğrayan şımarık, küstah ve züppe bir doçent, mahzar üç beş kuruş kazanmak ve adeta devlete meydan okumak için, murdar üslubu ile manevi buluğa ilelebet erişemeyecek olan şebban-ı vatana Marx'ı anlatmaya kalkışır, hayli zaman takibata uğramaz. Nihayet yakalanınca medrese feryadı basar. Medrese haklıdır, kelepçe erkeğe takılır. Kelepçe bazen bir lejyon donör nişanının kordonundan çok daha kutsaldır, bir kozmopolitin efemine bilekleri kirletir onu...
Kanun karşısında eşitlik düsturu!...
Her cinayete fetva veren, fikir hürriyetini menfaatlerine dokunduğu anda ayaklar altına alan insanların bu hürriyet perverlikleri, kendilerini imtiyazlı bir zümre, adeta devlet içinde devlet saymalarının ifadesidir. Hiçbir mukaddesleri olmadığı ve memleketin hiçbir derdiyle ilgilenmedikleri için, kozmopolitliğin, yani, insanlardan kopuşun yeni bir şekli olan salon sosyalizmi ile flört etmeye kalkışmaktadırlar.
6.5.1965Bouthoul'u 43 yazında tanıdım. "İbn Haldun et sa Philsophie Sociale" güzel kitaptı ve bana, hürmet ettiğim bir insanın manevi sefaletini ifşa ettiği için hem acı ve buruk, hem... Hilmi Ziya 40'ta yazdığı kitabı Bouthoul'dan kopye etmişti. Adi ve acemice bir hırsızlık. Bu keşif kafama bir çekiç darbesi gibi indi. Hilmi Ziya'yı ve onunla beraber birçok dostları kaybettim. Vehimler, yaşayan bir ağacın yaprakları gibi, her mevsim tazelenmiyor. Ağaç kelleşiyor.
BÜTÜN KURANLARI YAKSAK...
"Histoire de la Sociologie", Bouthoul'un ustalık çağında yazdığı kitap. Dolu ve ilk bakışta doyurucu. Ama tenkidin amansız adesesi*, Mosca müterciminin hem kültüründeki gedikleri, hem bâziçesi* olduğu "idolatribus"leri, hem de mantığındaki zaafı apaçık gösteriyor. İşte "Sofistler" bahsinden bir cümle: "İnsanlığın düşünce tarihinde ilk defa olarak dizgin tanımaz bir samimiyet (tabiilik) içinde münakaşalar yapıldığına şahit oluyoruz". Sofistler Sokrat'ın çağdaşları. Sokrat'ın kendisi de sofist. Eflatun garip bir Ödip kompleksi ile o büyük fikir maceraperestlerini mabetten kovmuş ve uzun zaman felsefenin vur abalıyası olmuşlar. Yalnız, neden "insanlık tarihinde ilk defa olarak"? Bir sosyoloji tarihinde bu kadar kesin bir hükmün çok kati belgelere dayanması gerekiyor. Will Durant, ilk Upanişadlarla Budanın sahneye çıktığı devir arasında, "dizgin tanımaz bir tabiilikle" her konuyu delik deşik eden "Hintli sofistlerden" bahseder. Tabii yalnız Will Durant değil. Will Durant'ı anışım herkesin bildiği bir tarihçi olduğu için. Buda 488'de ölür. Yani bu sofistler 488'den evvel yaşamış. Neden "Batı'nın düşünce tarihinde" değil de, "insanlığın düşünce tarihinde"? Devam edelim: "Yunan kafasının başlıca hususiyeti olan bir tabiilik". Sekiz formalık bir kitapçıkta hiç lüzum yokken Yunan milletine bir minnettarlık haracı. Heraklit Yunan değil miydi? Avrupalı her fırsatta Eski Yunan'ın perestişkârı. Eski Yunan'ın yani kendi kendisinin. Tam bir narsisizm. Devam edelim. "Felsefenin hâlâ muğlak, hâlâ ezoterik olduğu bir dünyada fırtına koparan (ayıplanan) bir senli benlilik (tabiilik)..." Sultanım! bu "familiarite" Yunan milletinin ana vasfıdır buyurmuştunuz: "le propre du genie grec". Bir milletin ana vasfı o milleti nasıl tedirgin edebilir? Sofistler Yunanistan'da hakarete uğradılar. Neden? Felsefi konuları kalabalığa anlattıkları için. Kimin tarafından ayıplandılar?
Yunan aydınları tarafından. Yunan milletinin tabii vasfı, ezeli imtiyazı, serazat bir tabiilik değil miydi? Yunan aydınları, Yunan milletinin dışında mı? Bu "libre familiarite" ile felsefenin ezoterik kalışı nasıl uzlaşabiliyor? Bouthoul'un vereceği tek cevap şu olabilir: "libre familiarite", sofistlerden sonraki Yunan düşüncesinin mümeyyiz* vasfı. Rânâ söylersiniz. Ama Homeros? Bütün Yunan şiirinin ana kaynağı Homeros ve aradakiler bu "libre familiarite"den mahrum muydular? Değillerse felsefe nasıl ezoterik kaldı? Bouthoul'u bu sıkıntılı duruma düşüren Yunan kavmine karşı duyduğu ölçüsüz taabbüt*. Hiç lüzum yokken kullandığı "qui fut le propre du genie grec" cümleciğini çıkarın, ufak bir rötuş daha yaparak ibareyi düzeltebilirsiniz: "Batının düşünce tarihinde ilk defa olarak dizgin tanımayan bir tabiilik içinde münakaşalar yapılıyordu. Felsefenin hâlâ ezoterik, hâlâ karanlık ol-duğu bir dünyada gürültü kopardı bu tabiilik".
Avrupa insanı Doğuyu tanımaz. Avrupa insanı kalabalıktır. İslamla Hıristiyan, Haçlı Seferlerinden beri tez'le antitezdir. Bütün Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak Batı insanın gözünde Haçlı Seferlerinin yalın kılıç ve tekbir getiren cündileriyiz. Avrupa'nın bir nevi tezadı idik. Yani kıtayı tamamlıyorduk. Şimdi maymunuyuz. Yani hiçbir haysiyeti, hiçbir hikmet-i vücudu olmayan ananesiz, haysiyetsiz, sırnaşık gölgesi. Avrupa materyalizmine rağmen Hıristiyandır. Hıristiyanlık Doğu ismi anılır anılmaz şahlanıverir.
İşçisi de, Marksisti de, Hıristiyandır hep Avrupalının. Durup dururken hristiyan değildir belki. Ama Hıristiyan bir devletle Müslüman bir devlet arasında bir tercih yapmak gerekince safkan Hıristiyandır. Biz Müslüman olduğundan, Doğulu olduğundan, Türk olduğundan utanan, aczinden tarihinden, dilinden utanan şuursuz bir yığın haline geldik. Nermi Uygur Orta Çağ felsefesi okutur, İbn Rüşd'ün adını anmaz. Berke edebiyat tarihi yazar, Endülüs şiirinden habersizdir. Kendi kendine kazık atan, efendilerimiz gücenmesin diye hazinelerini gübre ile kamufle eden bir entelijansiya. Sonra Kıbrıs dâvasında Batı insanının bizi destekleyeceğini düşünmek gibi sazan balıklarını kahkahadan çatlatacak bir hamakat.
[Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.]
[Yeni üye olduysanız üye onayınızı bekleyiniz ya da üye olmak için TIKLAYINIZ.]